Yirmi
Birinci yüzyılın ilk çeyreğini, ikinci milenyumun(binyıl) ilk yıllarını
yaşadığımız şu günler, dünyanın sahip olduğu servetin kişi başına bile on bir
bin dolar($) olduğu bu yıllarda, gelecek yıl açlıktan ölecek insan sayısı 265
milyon.
--Her
ne kadar dünya öyle salına salına yaşanılacak geniş toprakları olan bir yer
değil, ama yaşanılası her şeyi de yok edilesi, mahv edilesi bir yer değil.
Hatta bu COVID-19 günleri bile.
--Yaşam
hastalığı, sağlığı, iyiliği, kötülüğü, huzur huzursuzluğu, başarısı
başarısızlığı, hastalığı sağlığı ile bir bütün.
--Hani
ünlü bir atasözü vardır, "NE OLDUM DEME, NE OLACAĞIM DE" diye. Ya da
mal mülk için, "Mal sahibi, mülk sahibi hani bunun ilk sahibi" gibi.
Aslında bu sözler kişinin ne anladığına da bağlıdır.
--Tevekkül(yazgıya
boyun eğme, tanrıya bırakma) ile de bakanlar olabileceği gibi, diyalektik
düşünüp bunları sorgulayarak da yaşamak olasıdır. Kişiye bağlı olarak.
--İnsanların
heyecanlarını, koşturmalarını, çabalarını hatta ben de hiç olmadı ama,
hırslarını bile anlıyorum. Aman şu fırsatta kaçmasın, bu da şöyle olsun, böyle
olsun.
--Üzgünüm
ki, bu kişilerin yaşadıkları toplumlara, devletlere ve milletlere de bağlı.
--Birkaç
yıl önce bir sahil kasabasında oldukça da güzel bir otelde tatil yapıyorum.
Yurtdışından gelen bir tanıdığım ile karşılaştım. Oturup sohbet ederken, konu
döndü dolaştı siyaset ve düzene geldi. O da yaşama benim gibi soldan, halktan
ve haktan yana bakanlardandır.
--Ben
bu ülkede, o yurtdışında o ülkede yaşarken ve o gün orada tatil yapabilme
olanağına her ikimiz de sahipken, hep içimizde bir gelecek kaygısı. Hatta bu
memlekette çoğu kişiye da gelen şeyler bize bol gelecekken.
--Çünkü
sorun kişisel değil, toplumsal. Ot gibi yaşamıyorsun ki, sadece hava, su ve
tutunduğun toprak olsun her şeyin.
--Ülkenin
insanları, yaşadığı ya da yaşayacağı ekonomik, sosyal ve siyasal sorunları
herşey bizim kaygı idi.
--Arkadaşım,
az ileride ellerinde her "şey dahilin" kadehleri ile şezlongunun
üstünde gönül huzuru ile güneşlenen kişileri gösterdi. Keyifleri güzel,
huzurları yerindeydi de, yaşam onları biraz hırpalamış görünüyorlardı.
--Yaşadıkları
yerde, bu yazıyı okuyanları bırakın, yakınlarının, yakın tanıdıklarının bile
çalışmayacağı bir iş yapıyorlardı. Bu ülkede o işleri yapanların bırakın
yurtdışına tatile gitmelerini, evlerine doğru dürüst gıda bile götürmeleri
sorundu. Ama onlar Türkiye'ye ve beş yıldızlı lüks tatil köyüne, tatile bile
gelebiliyorlardı.
--Hiç
düşündünüz mü, bizler neden yurt dışına böyle yeri bırakın avam takılarak bile
gidemiyoruz?
--Ben
söyleyeyim, ülkemize değil, ülkemizin yönetim şekil ve dönemine güvenmiyoruz da
ondan. Çünkü;
--Maslow'un
gereksinimler piramidi diye bir öncelikler listesi vardır.
--*Fizyolojik
gereksinimler (nefes alma, yeme-içme, cinsellik, uyku)
--**Ait
olma, sevgi gereksinimi (arkadaşlık, aile, özel yaşam)
--***Saygınlık
gereksinimi (özsaygı, özgüven, başarı, başkalarına saygı duymak, başkaları
tarafından saygı duyulmak)
--****Kendini
gerçekleştirme gereksinimi (erdemli, yaratıcı, içten, problem çözücü,
önyargısız gerçekleri kabul etmek)
--Üzgünüm
ki, uzun zamandır bu ülkede yaşayan insanların çoğu olarak, gelecek kaygısı
yüksek olarak yaşıyoruz.
--Maslow'un
gereksinimler piramidi denen şeyin temelinde, en başında yaşamsal, yeme içme
gibi zorunlu gereksinimler gelir.
--Bunlar
gibi kaygıların olmayacak ki, en tepede ki "kendini gerçekleştirme"
gibi yurtiçi, yurtdışı tatillere sıra gelecek.
--İşte
sorun varlık yokluk değil. Sorun kişilerin, ailelerin, topluluk ve toplumların
ve sonunda da milletin gelecek kaygısı. Yarınlar.
--Bizler
bu ülkenin bugünkü yaşayanları, kızılderili yerlilerinin dediği gibi,
dedelerimizden miras değil, torunlarımızın emaneti ülkeyi ve toprakları
mahvettik. Emanete ihanet ettik.
--Atatürk
ve Cumhuriyetin ilk kuşaklarının o kutsal emanetlerini koruyamadık. Düşünmedik,
çalışmadık, anlamadık ve gele gele bu günlere geldik.
--Camide
hutbeye çıkardıklarımızın elinde şavaş olursa bizim öleceğimiz, onların yine
sıvışacakları;
--Bilim
yapsın, sağlık sorunları çözsün diye akademik sağlık hocası yapılanlarımızında
dertlerinin kaç "karı alınacağı" gibi aşağılık konuşmaların
yapılacağı bir ülke noktasına getirilmesine göz yumduk.
--Oysa
her şey gün gibi ortadaydı. Atatürk'ün hen Anayasaya koydurduğu, hem de bunları
korusun ve kollasın diye CHP'nin okları, ilkeleri yaptığı Halkçılık,
Devletçilik ve Milliyetçilik ilkelerinin amacını kendisi "sınıfsız ve
ayrıcalıksız bir toplumun" olması gerektiği şeklinde tanımlamıştır.
--Oysa
biz ise, o türkü gibi:
"Damdan
dama atla yar, / Püskülleri topla yar" deyip duruyoruz.
--Gün
yirmi birinci yüzyılın ışık hızı yaşanan günleridir. Sıradan insanından, en
tepedekilere kadar herkesin aklını başına almasına gerek var.
--Bugün
oturdukları koltuklarda başkaları oturuyor, kullandıkları yetkileri başkaları
kullanıyordu. Bir mezarlık girişinde yazılı durduğu gibi "Mezarlıklar
kendini vazgeçilmez sanan insanlarla doludur". Bir şeylerin farkına varsak
mı ki?
--O
zaman ülke için de, toplum içinde her iyi ve güzel olacak.
--Kişiler
gerçek benliklerine döndüklerinde, ülke de, şehirler de o güzel günlerine geri
dönecek. Güzel olacak.
--Biz
toplum ve millet olarak, deneye yanıla öğrenmeyi, yaşamayı pek sevdik de.
Sevmeyelim diyorum.
--"Akılsız
kurdu, yol gocatırmış". Boşuna gocamayalım be!..