Sahip olmak duygusu, insanlığın başlangıcından bu yana farklı şekil ve boyutlarda hep var olmuştur.

İlkel çağlarda avına, korunacak bir kovuğa. Güvende olacağı bir alana/sahaya sahip olmaya kadar, say say bitmez.
Zaman ile her koşulda kendi değerlerini ve sistemini oluşturur, yaşatmak ve korumak için de savaşmak dahil her şeyi göze alır.
Kişilerin, kişisel mülkiyete sahip olmaları ile mülkiyet duygusu gelişmiş ve bu duygunun toplumsal olarak karşılık bulması ile birlikte yönetim sistemleri ortaya çıkmaya başlamıştır.
Feodalizm, kapitalizm gibi sistemler kişisel mülkiyeti ön plana çıkartırken, en azından bazı tipik uygulamaları ve düşünsel alt yapı bakımından sosyalizm ve komünizm gibi sistemler ise tüm toplumu kapsamayı hedef almışlardır.
Kişi hangi sistemde olur ise olsun, aldığı eğitim ile oluşturulan bilinci sayesinde, bir kişisel aidiyet duygusuna sahiptir.
Aidiyet duygusuna, yaşadığımız ülke ve ilişkide olduğumuz dünya açısından bakacak olur isek, kişisel güvende olma duygusu ön plana çıkmaktadır.
Yani, kişilerin yaşamlarının her alanında kendilerini güvende hissetmeleri önemli bir durumdur.
Evde, ilişkilerinde, çalıştıkları kurumlarında ve en önemlisi de yaşadıkları ülkelerinde güven de olma duygusu.
Özellikler büyük işletmeler, çalıştırdıkları personellerine iş yerleri ile kurumsal iletişim, ilişki ve güven içinde olmaları için eğitim ve sosyal ve işin gereği bütün olanakları seferber ederler. Ki, çalışanlar da, iş yerleri ile kendilerini özdeşleştirerek korur, kollar ve başarılı olması için elinden geleni yapar.

Devletler de kendi yurttaşlarına, yaşadıkları ülkenin yurttaşı olmanın güven duygusunu yaşatır. Yurttaşı korur, kollar ve güvende olmasını sağlar. 
Devletler, hükümetler aracılığı ile yönetim işini yaparlar. Günümüzde, yurttaşların devletlerine güvenmelerinin sebebi de demokrasi denen yönetim şeklidir. Çok farklı uygulamaları olsa da, demokrasinin en temel özelliği, tüm yurttaşları ortak bir payda da buluşturma işlem ve arzularıdır.
Yurttaşların, kendilerini devletleri içinde eşit ve güven içerisinde hissetmemeleri, bir devlet açısından en istenmemesi gereken durumdur. 
Günümüzde özellikle az gelişmiş(geri bıraktırılmış) ya da geliştirilmemiş ülkelerin yurttaşlarının yaşadığı en önemli sorun, hükümetlerin yurttaşlara eşit davranmamaları, devlete olan güvenin sorgulanmasını getirir. 
Ülkemizde de AKP Hükümetlerinin bu konuda pek de iyi bir sınav verdikleri söylenemez. Hele bir de yeni kabul edilen Cumhurbaşkanlık Hükümet Şekli var ki, bu konuda ki endişeleri arttırmaktadır. Çünkü resmi organizasyonları, ancak sivil toplum kurumları /demokratik kitle örgütleri denetlerler. 
Maalesef, ülkemiz de bu büyük bir sorun olarak ortada durmaktadır. 
Bu yüzden, yurttaşların devletlerine olan saygı, sevgi ve güvenleri yönetenlerce önemsenmeli ve bu güven pekiştirilmelidir. Yurttaşların devletlerine güvenin kaybı yaşamaları, devletler açısından telafisi mümkün olmayacak sonuçları doğurmaktadır. 
Çünkü dünya sıradan insan için sonsuz bir şeyi ifade ederken, iletişim olanaklarını istediği gibi kullanan kapitalist/emperyalistler, insanlar için olduğu gibi ülkeler için de farklı beklentiler içinde olmakta, bu emellerini de işbirlikçiler aracılığı ile yapmaktadırlar. 
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun adalet yürüyüşü bir çoklarınca halkı-haksız gerekçeler ile sorgulansa da, önemsenmelidir. Çünkü adalet, güven duygusunu oluşmasında en önemli yapı ve araçtır.
Sayın Cumhurbaşkanı ve Hükümetin da sürece daha anlayışlı yaklaşmasında ve bir takım adımlar atmasında, ülke açısında da, iktidarlar açısında da büyük yarar vardır.
Bu güne kadar, kaç hükümet, Başbakan, Bakan ve Cumhurbaşkanı geçmiştir bir baksalar iyi olur. Sistemin yeni olması, yaşanan ya da geçmişte olan sorunları ortadan kaldırmaz. Çözümler, anlayış ve işbirliği demokrasiler de sorun çözmenin en önemli yoludur.