Kimin ile konuşsanız, konuşulan konu ile ilgili onlarca öykü anlatır, örnek verir, işine geldiği yönde eleştirir ya da över. Neden ise son zamanlarda, objektifliğimizi/tarafsızlığımızı yitiremeye başladık ve olan her şeyi kabullenir bir havada olduk.

Ben, evet "ben" diye başlamaya hakkım olan bir konuda, iki kelam etmek istiyorum. Hükümet, Devlet etkili ve yetkililerinin kendileri dışındaki olan, söylenen her şeyi ve söyleyenleri eleştirmesi doğru ve haklı değildir. O halde neden "ben" ile başladım.

Etkili ve yetkili olup, sesimi duyurabileceğim yer ve zamanlar idi. Yıl 1998, henüz "Ak Parti/AKP" diye bir parti kurulmamış, Erdoğan İSTANBUL Büyükşehir Belediye Başkanı;

Diyarbakır DGM Savcılığı'nın Siirt'teki konuşmasında, "halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği" gerekçesiyle davada açıyor ve 10 ay hapis cezasına mahkum ediyordu Recep Tayyip Erdoğan'ı.

Bu sıradan bir dava ve ceza imiş gibi görünse de TCK'nın 312. maddesinin 2. fıkrası uyarınca alınacak 10 ay hapis cezası, R.T Erdoğan'ı yaşamı boyunca seçilme hakkını kaybettirecek;

Milletvekili Seçimi Yasası'nın 11. maddesinin (f) fıkrasının 3. alt bendine göre de "affa uğramış olsalar bile, TCK'nın 312. maddesinin 2. fıkrasından mahkum olanların milletvekili seçilemeyeceklerini" öngörüyordu.

Bugünden bakılınca, Erdoğan'ın bir takipte (ki, bunun böyle olduğunu o günler görmüyoruz), bazı yaptıkları, söylediklerinin de suç sayılma eğiliminde olduğunu anlıyoruz. Hatta bu konuda, Milliyet Gazetesinin 22 Nisan 1998 günkü haberi:

Erdoğan, hakkında soruşturma açılmasına neden olan belediye şirketlerinin Kanal 7'ye verdiği reklamlarla ilgili sorulara yanıtı:

"Bu ülkede yasal olan her kurumla, belediyenin kurum ve kuruluşları çalışır. Bakın bugüne kadar devletin birçok bankalarının birçok gazetede sayfa sayfa reklamları çıkmıştır. Bunlarla ilgili bugüne kadar bir şey duydunuz mu, duymadınız. Ama ben ülkemdeki şu anda bazı gelişmeleri maalesef çok yanlış görüyorum. Üzüntüyle takip ediyorum.

Milletimizin bir bölümüyle herhangi bir kurum veya kuruluşun çalışması maalesef `tu kaka' ediliyor. İşte şu anda esnaf, tüccar ve sanayicinin bir arada olduğu kuruluşun 16 mensubu gözaltındadır.

Bunların suçu MÜSİAD üyesi olmak mıdır? MÜSİAD üyesi olan herhangi birisi kalkıyor, normal olarak bir kurum oluşturuyor, ticari bir hamilenin içine giriyor. `Siz yapamazsınız, başkaları yapabilir' deniyor. Olmaz böyle şey. Dünyanın hiçbir yerinde bu tür yanlışlar görülmemiştir. Demokratikleşme sürecinde şu anda anayasal düzenin ne yazık ki bu tür salvolarla, bu tür anlayışlarla sıkıntıda, tehlikede olduğuna inanıyorum." dediğini yazıyordu.

Sonuçta R.T. Erdoğan, cezalandırıldı ve siyasi yasaklı sayıldı.

24 Mart 1999'da "bu şarkı burada bitmez" diyerek girdiği Kırklareli'nin Pınarhisar İlçesi Cezaevinden, 24 Temmuz 1999'da kalabalıklar arasında tahliye oluyordu.

Bu arada da "Erdemliler Hareketi" diyerek de arkadaşları ile bir siyasi oluşum başlatıyor, bu da 14 Ağustos 2001'de Ak Parti olarak tescilleniyordu.

3 Kasım 2002'de Ak Parti "Anadolu ihtilali" yapıyor denilerek, tek başına iktidar oluyordu ama, Erdoğan siyasi yasaklı idi.

İşte, "Ben" demem burada başlıyor.

Ben, kişisel olarak belden aşağı vuruşlara taraftar değilimdir. Pusu ve arkadan vurmak bilgi ve dürüstlüğe sığmaz, doğru da değildir.

Ortada bir siyasi parti var, öyle ya da böyle tek başına iktidar çoğunluğu Milletvekilliği alıyor ama, Genel Başkanı "siyasi yasaklı", Yasak gerekçesi okuduğu şiir, sonuç" ‘‘Halkı din ve ırk farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek’’.

Bu arada, birçok kişi sayın Deniz Baykal'ın, R.T. Erdoğan'ın siyasi yasağının kalkması konusundaki tavrı, siyasi olarak doğrudur. Siyasi mücadele fikir, ideoloji ve dürüstçe yapılmalıdır. Eldeki güç ve bir takım yasal boşluklardan yararlanılarak siyaset yapmak etik değildir.

Ben de bu konuda hem sayın Baykal hem de gerektiği yerlerde, böyle bir yasağın doğru olmadığını o zamanlar savunmuştum. Sayın Baykal'ı eleştirdiğim yer ise, siyaset halk için yapıldığına göre, halkın adına yapılan işler ve verilen kararların bir gerekçesi ve takibinin olması gerektiği, ağa gibi davranılmamasıdır.

(Demokrasi adına, demokrat olarak sayın Erdoğan'a o gün verilen desteğin hatırlatılması ve halkın adına takibinin yapılması gerekiyordu, ama bu "ağa" mantığı ile harcanmıştır.)

Sonuçta, 9 Mart 2003'te Siirt milletvekili yenileme seçiminde Milletvekili olan sayın Erdoğan, 15 Mart 2003'te de 59. Hükümetin Başbakanı olmuştur.

Bugün bu öyküyü niçin anlattım. Şu sebepten.

Özellikle de Ak Partiye oy vermiş seçmenlere ve Ak Partinin vicdanlı yöneticilerine anlattım ki, bu günler yaşananları görsünler ve biraz vicdanları sızlasın diye.

Cumhurbaşkanı ve Hükümet çevrelerince, gerek CHP Genel Başkanı sayın Kemal Kılıçdaroğlu'na, gerekse de sayın İmamoğlu’na yapılan siyasi, idari ve yasal tavırlar doğru ve haklı değildir.

Bugün "ağa" gibi davrananların, dünü unut mamalarında yarar vardır. Sonuçta siyaset, halkın adına yapılan bir iştir.

Devlet de kutsal bir kurumdur. Yıpratılmaması, örselenmemesi gerekir.

Dün kendileri için siyasi açıdan etik olmayan karar ve tavırlara nasıl karşı olmuşsam, bugünde Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu'na yapılan, yapılmaya çalışılan tavır ve davranışlara karşı çıkıyor ve siyasi, yönetsel, yasal ve ahlaki açıdan etik bulmuyorum.

Bugünden bakınca, geçmişte olan bazı şeylerin çok da olağan olmadığını görüyor ve anlıyorum. Tamam acıları dün siz çekiyormuş gibi yapmışsınız ve mağduriyeti de iyi oynamış olabilirsiniz.

Ama biz vicdanlı insanlar olarak, dün sizin için nasıl üzülmüş, düşünmüş, sizleri nasıl savunmuşsak, bugünde dün size yapılanlara benzer tavır ve davranışları yaptığınız muhalif çevrelere yaptıklarınızı doğru bulmuyoruz ve eleştiriyoruz.

Hadi muktedirler olayın sıcaklığından ne yaptıklarının farkında olmayabilirler. Hepimiz, aynı sokakların, sofraların insanı olan Ak Partili seçmenlerine seslenmek istiyorum.

Dün Erdoğan ve Ak Parti için yapılan haksızlıklara biz demokratlar nasıl karşı çıkmışsak, bugünde siz Erdoğan hayranları ve Ak Parti seçmenlerinden vicdanlı olmanızı ve akıl ve vicdanınızın sesini dinlemenizi bekliyoruz.

Her ne kadar sayın Devlet Bahçeli'yi "anlasak" da genel başkanlarını uyarmayan "milliyetçi/ülkücü"leri anlamakta da güçlük çektiğimizi duysunlar istedim.

Bu ülke hepimizin. 15 Devlet yıktık. O kadar acı çektik. Cumhuriyet ve Demokrasi için bedeller ödedik;

Hâlâ bu acılar bize yetmedi, akıllanmadık mı?