Düşünmek,
bir insanın en akıllıca yaptığı işlerden birisidir.
İnsan
düşününce hem dününü, hem de bu gününü, kendisi olduğunu anlar, kendinde
kendini bulur.
İnsan
düşününce küçük dünyasını, büyük dünyasını ve evrenini görür anlar; ya yüreği
yanar ya da boşa geçen zaman kahkaha atar.
İnsan
düşünce" doluya koyup almadığını, boşa koyup dolmadığını" yaşamın o
kadar da hesap kitap işi olmadığını;
hatta son
zamanların pek ünlü sözü "doğduğun ev kaderindir" gibi, biraz kader,
biraz çevre ve bir o kadar da sana bağlı bir süreç olduğunu anlıyorsun ve
başını ellerinin arasına alıp değil de;
yemyeşil
dağlarda, ovalarda, uçsuz bucaksız masa mavi sahillerde dalgaların hışırtısı,
martıların dalışları arasında keyifli keyifli, bazen acı acı, bazen tebessüm
ile gülerek yürüyor, yürüyor, düşünüyorsun.
Dünya
salgının azıcık açıldığı bu günler, bir kaç arkadaş Ankara'da bir bahçenin
kahvesinde elimize kahvemizi ve sularımız aldık, hem yürdük, hem de uzun
uzadıya öylesine sohbetler ettik.
Sohbet,
uzun uzun anlatılar, sorular, sitemler, kahkahalar ile sürerken; bazen de içine
iki kelamlık küfürlerde sığıyordu.
Hem de hak
ettiği yerlere gidercesine.
Örneğin,
İstanbul her şeyin çok hızlı, Antalya rahatlığın zirvesinin zorlandığı, İzmir
güzellikler ile entellektüeliğin ve zarifliğin yaşam bulup, yaşandığı yerlerdir.
Konya'nın
hoş bir mistik yanının yanı sıra, pek de bilinmeyen uzun uzun felsefi, siyasi, edebi sohbetlerinin
yapıldığı duvar dipleri az değildir. Van'ın kendi telaşının yanında, bir yolunu
bulsak da, göl kenarında iki kelam, bir selam olsun denildiği gibi;
Burdur,
yol kenarına sıkışmanın ötesinde, bağlı bahçeli, son zamanlarda biraz koksa da,
herkesi rahatlatan gölün kenarında bir nefes aldırır, iki kadeh bir şeyler
yuvarlatır.
Yaşanılmış
nereyi saysanız, saymadığınız yerler alınır, küser haklı olarak, ama yaşam da
böyle bir şey, ne güzelliğine yetişiliyor ne de sorunları bitiyor, sorun olmasa
da alınmalarına yetiliyor.
Dedim ya,
bu voltaları nerede atsak, cayları-kahveleri nerede içsek, iki yudumu nerede
zıkkımlasak fark etmiyor, bir yerlerde hep birşeyler eksik, bir şeyler fazla
içimizi ısıtıyor, içimizi yakıyor.
Bizim
çevre genellikle bürokrasinin içinde yaşamış, hani bir şarkı vardır "ben
her mevsim aşık olurum" diye, her seçim döneminde siyasiler, kendini
siyasi sanıp ömrü pil ömrü kadar olanlar ile bir şekilde yolların kesiştiği iş
çevreleri arasında geçti.
Şöyle
geriye dönüp bir bakınca, herkesin mutlu olduğu şeyler olduğu kadar,
"ahhh" dediği şeyler de az değildi.
Tüccarlar,
bir şekilde ticari ilişkileri sayesinde, kazandılar, kaybettiler ama merkezde
kendileri olarak.
Siyasiler
döneme, zamana ve ilişkilerine bağlı olarak aldılar verdiler; kazandılar ya da
kaybettiler ama yine odakta, merkezde kendileri vardır, iş çevreleri sıradan
yurttaşlar gibi.
Bürokraside
olanların çeşitliliği çok fazladır.
İşini
yapanlar, iş yapanlar bir de her işi yapanlar vardır.
"Her
işi yapanlar" deyince yanlış anlaşılmasın, "ne iş olsa yaparım
abi" modu değil bu. Hoş işin enteresan tarafı, ne iş olur ise yaparlar.
Kendi
görev gereği işleri, ilişkileri geri işler, hemşehri ve arkadaşlarının işleri,
hele bir de bir şekilde hallediyor iseniz, "size Allah kolaylık
versin"!..
Bu
durumda, bir yeterliliğiniz, yetkinliğiniz, kişiliğiniz bir de siyasi
kişiliğiniz vardır, birbirinin içine girmiş ve birbirini taşır durumda.
Siz bir
şeyleri taşır iken, hallettiğiniz işler, işlerini halletikleriniz de alır
başını gideRler, bir kere daha işleri düşene kadar.
Bir şekilde
siyasi süreçlerin içinde olmayanlar, kendi küçük dünyalarında kavrulurlar,
savrulular ve idare eder giderler.
Burada,
biraz siyasi olanlar ve siyasi sürecin içinde olan ya da bu sürece
sürüklenenlerde biraz sorun vardır.
İşi bilir,
işi yapar ve göreviniz dışında olup, ilişkileriniz gereği olan işleri de
yaparsınız ama, "ne isa'ya, ne de Musa'ya yaranırsınız".
Dönemlerine
göre, ki, üç, dört yılda bir "acemi nalbant, gavur eşeğinde öğrenir"
öyküsü gibi, yok gösterdiğiniz, işlerini yaptığınız hemşehri, arkadaş ve siyasi
birliktelikleriniz, işleri bitince alır başını giderler, zaten bu işler
"ekstra" olsa da, sizin boyun borcunuz sayılır.
O kadar
eğitim, o kadar deneyim, o kadar ilişki ağı ve birikim bir de bakarsınız ki bir
gün hiç bir şey olmamış, yokmuş gibi "güme" gidiverir. Ve kendinizi,
çırılçıplak buluverirsiniz ortalıkda.
Topalan
toplar, bu işler iş olarak yapanlar kendilerine bir yeni iş bulurlar, ama bu
bir yaşam tarzı olmuş ise, aklınız bir yanda, ilişkileriniz bir yanda, siz
kırgınlıklarınız, küskünlükleriniz ile bir yanda kala kalırsınız.
Siyaset,
ülke yönetim sürecininin bir parçasıdır. Ama bizim gibi geri kalmış ülkelerde,
siyaset her şeyi belirler.
Kurumsallığın
olmadı yerlerde, siyaset bir kurum olur ve her gün, her ay, her mevsim, her yıl
bir o yana, bir bu yana savrulur durulur.
İşi
bilenler bir kenarda, iş olsun denilenler de ortalıkta dolanır durur da,
faturayı ödeyenler; her benzin zammından sonra, "bana ne benzin zammından,
ben hep elli liralık alırım" diyenler gibi;
bu işte
alkışladıkları eller için "kırılsaydı" diye mırıldanır dururlar.
Ne garip
bir ülkeyiz ama. Tamam siyasiler, mevcut yönetim kötü. İyi de kardeşim bunları
sen seçiyorsun.
Bir söz
vardır, "Aynı konuda yaptığın İlk hata Allahtan, ikincisi şans, ama
üçüncüsü oluyor ise bu senin aptallığındandır" diye.
Mal
ortada, iş ortada, ne yapılacağı belli, sen hala savruluyor isen, sende
kızaracak ense çok demektir. Ne diyeyim.