Rakamlar, olaylar, kişiler arka arkaya söylenince pek de bir anlam içermeyen sözcükler. Oysa işin içine girince bambaşka bir şeyleri görüyoruz. Belki düşünsek, çok farklı şeyleri de göreceğiz.


Dünyada bugün için 7 milyar 510 milyon 705 bin 517 kişi; ülke sıralamasında ise Türkiye 18'inci sırada ve bugün için 83 milyon 614 bin 362 kişi yaşıyor.


Birleşmiş Milletlere (BM) kayıtlı 208 ülke bulunmaktadır.


Bunların yönetim sistemleri ise şöyle tanımlanabilir.


Başkanlık sistemli cumhuriyet: Devlet başkanı aynı zamanda olarak hükümet başkanıdır ve yasama organından bağımsızdır.


Yarı başkanlık sistemli cumhuriyet: Devlet başkanının bazı yürütme yetkileri vardır ve yasama organından bağımsızdır; Kalan yürütme gücü, parlamentonun güvenine tabi olan hükümete verilmiştir.


Yasama organı tarafından aday gösterilen veya seçilen bir yürütme başkanlığına sahip cumhuriyetler,


Sembolik bir cumhurbaşkanı bulunan parlamenter cumhuriyetler,


Anayasal monarşiler, Anayasal parlamenter monarşi ve Mutlak monarşiler,


Tek parti devleti: Devlet başkanı sembolik ya da icracı olabilir; güç anayasal olarak tek bir siyasi harekete tabidir.


Bunlar genel tanımlardır. Biz Cumhuriyete bakacak olur isek:


Cumhuriyet yönetimi adı altında, Başkanın doğrudan halk tarafından seçildiği Başkanlık yönetimleri vardır. Bunlara örnek ABD, Afganistan, Sudan, Güney Sudan ve Türkiye gibi ülkelerdir.


Bir de Başkanın Parlamento tarafından seçilen, Kore, Uganda, Özbekistan gibi ülkeler vardır.


Rusya, Fransa ve Portekiz gibi başkanın yetkilerini parlamento ile paylaştığı Yarı Başkanlık sistemleri vardır.


Bir zamanlar Türkiye gibi, Yunanistan, Macaristan, Hindistan, İtalya gibi Parlamenter Cumhuriyetler vardır.


Büyük Britanya (İngiltere), Belçika, Danimarka gibi Parlamentonun denetlediği Monarşiler de vardır.


Yönetimlerin sorgulanmadığı Katar, Umman, Suudi Arabistan, Vatikan gibi Mutlak Monarşiler de vardır.


Din devletlerine teokrasiye örnek ise İran ve Vatikan’dır.


Günümüzde DEMOKRASİnin tam olarak uygulandığı tek ülke olarak ise, Parlamenter Demokrasi-Doğrudan Demokrasi olarak ise İSVİÇRE'dir.


Dünya üzerinde o kadar insan var iken, yine Dünyanın saylı Cumhuriyet ve Demokrasileri içinde yer alan ülkemizin durumuna bakacak olur isek:


İlk Çağlardan bu yana Demokrasi ve Cumhuriyet kavramları ile yönetim şekil ve anlayışlarını görmekteyiz.


Artık Cumhuriyet genel anlamda bir bağımsız devlet tanımına gelse de günümüz koşullarında pek de bir anlam ifade etmedigi ortadadır. Cumhuriyetin yönetsel anlamda, anlam kazandığı yönetimler ise, Demokrasilerdir.


Halkın farkında olduğu, bilinçli olarak hakkını istemeye başladığı dönem ise ikinci sanayi devrimi ve 2'nci Dünya Savaşı’ndan sonraya denk gelmektedir.


Cumhuriyet ve Demokrasi kavramları, kişilerin, toplumların olduğu kadar ekonomik sistemlerinde arzuları doğrultusunda şekillendiği gözden kaçırılmaması gereken bir durumdur.


Kapitalist sistem, sürekli kendisini yenilemekte ve bireysel özgürlükler adı altında kendisini güncellemektedir. Liberalizm ve neoliberalizm düşüncesi ve fikri de böyle bir çabanın sonucudur.


Mustafa Kemal, 16 Mayıs 1919'da İstanbul Boğazında demirlemiş İngiliz Donanmasının arasından Bandırma Vapuru ile Samsun'a yola çıkarken; İngilizlerin, Osmanlı Sarayının beklentileri farklı olsa da;


Bir gün önce 15 Mayıs 1919'da İzmir'i işgale gelen ve çıkartma yapan, Yunan Efzon Alayı işgal askerine, Kordonboyu'ndan ilk kurşunu sıkarak Türk direnişinin sembolü olan Hasan Tahsin şehit oluyordu ama bundan çok az kişinin haberi vardı.


Mustafa Kemal, ta o yıllarda kafasında kurmuştu Bağımsız bir Cumhuriyeti ve Özgür yurttaşları için Demokrasi yönetimini.


TBMM'nin açılışı, Cumhuriyetin ilanı, Demokrasi için çok partili Sistem arayışları hep bu düşüncenin bir ürünü idi.


Ne yazık ki, bu günlerde olduğu gibi, o günlerde de hem Bağımsız Cumhuriyetin hem de özgür yurttaşlar için olmazsa olan Demokrasinin düşmanları çoktu.


Cumhuriyet, ilk yıllarda ki coşkusunu ve gelişme hızını yurttaşlarının eğitim ve değişim arzusundan alıyordu.


Ne yazık ki Köy Enstitüleri, Eğitmen Okulları ile başlayan bu coşku, Demokrasi adı altında gizlenen gerici ve Cumhuriyet ve Demokrasi düşmanı yerli ve yabancı işbirlikçiler ile yok edildi. Söndürüldü.


Cumhuriyetin ilk Onuncu Yılında, "Dağ Başını Duman Almış, Gümüş Dere Durmaz Akar" coşkusu ülkenin dört biri yanını sarmış. Ülkenin dört bir yanı "Demir Ağlarla Örülmüş"tür.


Osmanlı'da sarayın temsilcileri olan kurum ve kişilerin yerini; yeni kurulan Cumhuriyetin Kurumları almış ve Yurttaşların bilinci "Kulluktan, Yurttaş olmaya" kadar yükseltilmiştir.


Demokrasi ve Cumhuriyet bilinci gereksiz bir hoş görü ile, bunların düşmanlarınca elbirliği ve işbirliği ile içten içe yok edilmek için içi oyulmuş, hatta "bazı muhteremler", onurlu bir savaşı bile aşağılamak için, "keşke Yunan galip gelseydi" dediği anlamsız hoşgörüsünü bile bu ülkede ve topraklarda söylemiştir.


Bir Başbakan bile halk dalkavukluğunu zirve ve zırvaya taşıyarak, 29 Kasım 1955 Günü Ankara’da "Aslanlar gibi adamlarsınız, siz dilerseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz." deme cesaretini bile göstermişti.


Ülkenin baharını da güzünü de yaşadığı "12"ler, büyülü bir olay gibi ülkenin gündemine, "12 Mart" ve "12 Eylül" olarak sokulup, Cumhuriyet ve Demokrasinin köküne nasıl kibrit suyu döküldüğünün kötü birer kanıtı olmuştur.


Halk gerçek gündeminden ve kazanılmış haklarının farkındalığı ve bilincinden uzaklaştırılmış, ülkenin, cumhuriyetin ve demokrasinin kazandırdığı değerler yok saydırılmaya başlanmıştır.


Televizyonlarda bile, özendirilmeye mi çalışıldığı yoksa "kötü örnekler" diye gösterilip, kişisel çözümler üretilen olayların sergilendiği bir çöküşün kimse farkında değil gibi.


Siyaset ise, kendi gündemi ile uğraşmakta, o kadar sorun yumağına karşın ne halkın şikayetleri bitmekte ne de muhalefetin çözüm önerileri halkın gündemine girmektedir.


Ortada bir orta oyunu oynanmakta, oyuncular mutlu ama, seyirci çoktan başka tellerde oynayan cambazlara bakmakta.


1919'ların bu günleri kurtulmak üzere çıkılan yol, yapılanlar, kurulan Cumhuriyet ve yaşam biçimi yapılan Demokrasinin tek tek duvarlarından taşlar söküle söküle, kimse farkında değil ama;


Sökenler de sessiz sessiz izleyenler de bu duvarın altında kalacaklardır.


Başka Cumhuriyet, Demokrasi ve gidilecek bir yerin olmadığını, her türlü giderini karşıladığınız Suriyeliler anladı da siz hâlâ anlamadınız ya, ben ona yanarım.


Bir 19 Mayıs'ta daha Samsun'a çıkmamak için oturup bir kez daha düşünsek mi?