Her geçen gün ortalıkda "prof" ünvanı ile dolaşan "hoca" kılıklı insancıkların rollerini ve görevlerini çok daha iyi anlıyorum.

--Hani Anadolu'da bir söz vardır:

--Bir deli bir kuyuya bir taş atar, bin akıllı çıkaramaz" diye, işte tam da böyle günleri, ayları ve yılları yaşamaya başladık.

--"Faiz Haram" sloganları ile iktidar olanlar, yetmedi "Faizsiz Bankacılık" sistemini kurdu ve "devletin" ziraat bankasından tutun da, halk, vakıf gibi bankaları "Katılım Bankacılığı" adı altında, "faizsiz bankacılık" için şubeler açtı, yabancı faizsiz bankalar yurdun dört bir yanına yayıldı.

--Haydi, ABD ve bazı Avrupa ülkelerinde bankalar NEGATİF FAİZ uyguluyorlar. Gerekçesi de faizsiz bankacılık değil.

--Negatif faiz, Ekonomiyi canlandırmak için ortaya atılan bir para politikası olan negatif faiz ile merkez bankaları, bankaların kendisinde tuttuğu cari hesaplara uyguladığı faizi eksiye düşürüyor. Böylece bankalara "Bana yatırdığın para için faiz vermem, üste para alırım. Bu parayı bana yatıracağına, kredi ver" mesajı veriliyor.

--Negatif faiz uygulaması, şirketler için borçlanma maliyetlerinin düşürülmesini ve kredi talebinin artmasını hedefliyor!..

--Şimdi de haberlerde "Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) politika faizini 200 baz puan artışla yüzde 17 seviyesine yükselttiği" konuşuluyor.

--Şimdi, faiz haram ise, bu ne? Kalkınma "eksi faiz" ile ise bu ne?

--Faiz haram değil ise, bu faizsiz (katılım) bankacılık ne?

Kimse halkın aklı ile dalga geçmesin. Yetti gari be!..

--Cumhuriyetin fabrikalarını, tarım arazilerini, yetmedi askerin eğitim ve yönetim alanları arazileri sat, sat ye. Yedir. Haram olsun.

--Merkez bankasını "eksi bakiye" ye düşer.

--COVIP-19 dünya salgını nedeniyle gavurların memleketleri, devletleri, hükümetleri halkına, devlet zor günler için vardır diyerek paralar dağıtırken, bizde halka "İBAN NUMARASI" göndererek;

--Sokağa çıkılmayan, şehirler arası yolculukların azaldığı günler ve yıllarda "otoyol" ihaleleri ile yandaşların cepleri dolduruluyor.

--Aklımız ile alay etmeyin ya.

--Tamam cebine üç kuruş koyduklarınızı "mal da yalan, mülk de yalan, al üç kuruş da sen de oyalan" diyerek kandırabilirsiniz de,

--Biz "suyumu/zu kazandıkta içtik. /Ekmeğimizi böldük de yedik.

Alkışı duyduk, ihaneti gördük. /Sesimiz de oldu, sessizliğimizde."

--Bu günler konu eksikliği varmış gibi, bir de Diyanet İşler ve Başkanı halkı bölecek, ayrıştıracak bir söylem içine girdi.

--Amaç "cambaza bakıtmak"

--Arapça. O zaman ben de onlara sorayım, bilenlerin dilinden.

--"Bugün ortada iki ayrı Arapça mevcut gibidir: “Fusha” ve “Ammi“. “Fusha”, temeli Kur’an‘ın diline dayanan fasih, edebî Arapça demektir. Kitaplarda ve gazetelerde “fusha” kullanılır, TV haberleri de yine “fusha” iledir. “Ammi” ise, halk ve sokak dilidir, her Arap memleketine göre farklılıklar gösterir, hattâ birbirlerinden uzak diyarlarda yaşayan halkın birbirini anlamadığı bile olur.

---Standart Arapça olarak kabul edilen bu dil Arabiyyet-ül fushâ (Fasih, Düzgün Arapça) olarak ifade edilir ve tüm Arap devletlerinin resmi dilidir. Arap Yarımadası ve Kuzey Afrika'da halkın çoğunluğunca, İran ve Türkiye'de ise Arap azınlıklarca kullanılan diller Arapça'nın lehçeleridir. Standart Arapça herhangi bir ülkede halk dili olarak konuşmak ile beraber resmi dil olduğu için -eğitim görmüş- her Arap standart Arapçayı anlar ve konuşabilir. Standart Arapça olarak kabul edilen dil Kur'an'ın dilidir. Ve bu Arapça ve bir kısım Kur’ân ilimleri tahsil edilmek suretiyle Kur’ân’ın sarih manası kısmen de olsa anlaşılabilir. Yoksa fasih Arapça bilmeyip sadece Ammi (halk dili) bilen bir kimsenin Kur’anı anlaması mümkün değildir."

--Buyur burdan yak. Dahası yine bu işi bilenler, yaygın "Kur'an-ı Kerim dilinin Arapça olduğu, ancak Kur'an'da İbranice, Farsça, Süryanice, Yunanca, Kıptice kelimelerin olduğundan bahsederler"

--Kaşımayın kardeşim, bu memlekette yüz yıldır herkes ibadetini öyle ya da böyle sıkınıtı ve sorunlar olsa da yapar.

--Sizin atladığını ne biliyor musunuz, herkesi kendiniz gibi sanmanız

--Bu aralar "EVDE KALDIK" ya, gözümüz açılmaya başladı.

--Nasıl mı, "A...., S..., S...., ......" gibi yandaş televizyon kanallarını saat 10 ile akşam 19'a kadar zapping yaparak bir izleyin.

--Kimin eli kimin cebinde. Kim kimin karısı-kocası, kim kimin çocuğu. Bilmem ne "tarikat şeyhi", hazreti Ayşe'yi örnek gösterip 9-15 yaşlarında çocuklara neler yapıyorlar. Gözleriniz kör, anladık da VİCDANLARINIZ DA mı yok ya. Anlayacağınız dilden.

--ALLAHINIZDAN BULUN!..

--Matbaanın ilk kez kullanılması Uzak Doğu’da MS 593'te Çin'de, ilk basılı gazete de MS 700'de Pekin'de;

-- 8. yüzyılda Japonya’da İmparatoriçe Shotoko'nun Budizm’in kutsal metinlerini Sanskrit dilinde Çin alfabesiyle bastırır.

--Avrupa'da 1450'de Johannes Gutenberg, Almanya-Mainz da metal harflerle basım tekniğini bulmuş ve matbaaya uygulamıştır.

--Gutenberg, 1455'te bastığı kaliteli ve ucuz İNCİL ile ün salar.

--Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk matbaası 1493'de, İbrahim Müteferrika'dan 234 yıl önce, İspanyol göçmeni David ve Samuel İbn Nahmias Kardeşler tarafından kurulmuş ve İlk kitap, Yakup ben Asher'in Arba'ah Turim eseri 13 Aralık 1493'te basılmıştır.

--İbrahim Müteferrika, 1674 yılında Macaristan'ın Kolojvar kentinde, Protestan-Macar ailesinin oğlu olarak dünyaya geldi;

--Protestan İlahiyat öğrenimi gördüğü sırada Türklere esir düşer. İstanbul'a getirilir ve Müslüman olur.

--Osmanlı Devletinde dil bilmesinden dolayı müteferrikalık (vezirlerin emirlerini duyurma görevi) yapar.

--1719-1720 yılları arasında matbaayı kurar ama, İbrahim Müteferrika'nın bu teşebbüsüne karşı çıkan din taassubu karşısında, Damad İbrahim Paşa kendisine her türlü yardımı sağlar.

--Ancak matbaanın açılmasına, dini olmayan eserler basmak şartıyla fetva verilir.

--Dikkatinizi çekerim, matba ile tüm dünya milletleri ilk kendi kutsal kitaplarını basarken, bize basmamak koşulu ile izin veriliyor.

--Üniversitesi Rektör Yardımcılığı görevini yürüttüğü sırada "Okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben her zaman cahil halkın ferasetine güveniyorum" açıklamalarıyla gündeme gelen Prof. Dr. Bülent Arı, neden YÖK Denetleme Kurulu üyeliğine atanarak taltif edildiğini, ödüllendirildiğini anlıyor musunuz?

--BU yazı da uzun oldu değil mi.

--Gel de bu cehaleti sen kısa yaz kardeşim.

--Şaka bir yana yine üzgünüm.