Bugün
"1 Eylül, Dünya Barış Günü".
Nazi Ordularının Polonya'yı işgali ile başlayan 2'inci Dünya Savaşının
son savaş olması ve BARIŞ için, Dünya Barışı için farkındalık yaratmak için
kabul edilmişti.
Bir başka
bakış açısı da, 2'inci Dünya Savaşını bitirilmesinden sonra, o dönemin
Ekonomik, sosyal ve siyasal yönden güçlü ülkelerinin bir araya gelerek, "Bir
daha SAVAŞ OLMASIN", savaşlar önlensin diye kurdukları birlikteliğin ilk
toplantı günü olan "21 Eylül" de, "Dünya Barış Günü" ya da
"Uluslararası Barış Günü" (International Day of Peace) olarak
kabul edilmiştir.
Ülkemiz
de, 1 Eylül gününü, "Barış Günü" olarak kutlanmaktadır.
Ekonomik
sistemlerin, dünya yönetim sistemine hakim olduğu bilinci ile, ikinci
milenyumun, ilk çeyreğinin yaşandığı bu yıllarda, savaşların rengi, boyutu ve
şekli değişmiştir.
Dolayısı
ile barışlarında rengi, şekli ve boyutu değişmiştir.
"Bayram",
"Gün" gibi özel kutlamaların şekilden ibaret olduğu, içeriğinin
boşaltıldığı ve anlamının yok edildiği günümüzde, "Dünya Barış
Günü"nü kutlamanın anlamı çok farklı olmalıdır.
"Barış"
sadece bir sözcük olmaktan çıkartılmalı, bir yaşam biçimi olmalıdır. En öncede
buna ister bu ülkede, ülkemizde yaşayan insanların; (Oysa bu yazıyı yıllar önce
yazsaydım, göğsünü kabarta kabarta YURTTAŞLARIN diyerek) inanmasını, bir yaşam
biçimi saymaları içlerine sindirmelerini, bir yaşam biçimi saymalarını
isterdim.
Hele hele
bu gün içi ise, Büyük Önder Mustafa Kemal ATATÜRK'ün, 1931 yılında "Yurtta sulh, cihanda sulh" söylemini yaptığı ilk gün "20
Nisan"ı asıl Barış Günü olarak özel olarak kutlamak isterdim.
Atatürk,
yurttaşlarına 1931 seçimleri dolayısıyla milletine, sunduğu seçim
beyannamesinde, "Cumhuriyet Halk
Fırkası'nın (CHF/CHP) müstakar umumî siyasetini şu kısa cümle açıkça ifadeye
kâfidir zannederim: Yurtta sulh, cihanda sulh için, çalışıyoruz."
demiştir.
Çoğu
kişilerin farkında olmadıklarını görüyorum ama Dünyanın barışa hiç bu kadar
gereksinimi olmamıştı.
Dünya
ekonomik sistemine hakim olan Kapitalist Üretim tarzı, yönetim, sosyal ve
siyasal alanlara da hakim olmuş ve kendi kurallarını öyle ya da böyle dayata
dayata ülkeleri, insanlığı yönetmektedir. İletişim çağının bir azizliği olsa
gerek, bu anlayışa hakim alternatif sesler ise sadece belirli alanlarda cılız
kalmakta ve duyulmamaktadır.
Önceleri
Asya'da o dönemin Sosyalist Sovyetler Birliğinin etkinliğini azaltmak için
yörede bir "Yeşil Kuşak" projesi başlatan Kapitalist Sistemin dönem
sözcüsü ABD, bir süre sonra da, Orta Doğu'da Büyük Ortadoğu (BOP) projesini
başlattı ve o dönem ülkemizin, bugün de en etkili ve yetkilisi kişi tarafından
desteklendi ve "Eş Başkan" olduğunu duyurmuştu.
Dünyanın
ikinci Milenyuma (2000'lere) girdiği dönemden bu yana, üretim şeklinden,
düşünme tarzından, tüketim alışkınlıklarından ve de en önemlisi yönetim,
DEMOKRASİ alışkanlığı ve anlayışına kadar artık her şey değişti.
Günümüzde,
ister "1 Eylül" ister "21 Eylül" olsun, artık bir "Barış Günü" kutlanacak
ise, barış için övgüler düzmenin yerine;
BARIŞ
BİLİNCİNİ GELİŞTİRME ve BARIŞ EĞİTİMİ yönünde olmalıdır.
Dünyada,
savaşlar, iç savaşlar, işgaller
sebebiyle her yerin barut fıçısı olduğu bir dönemde, barış ancak, barışın
farkındalığı ile olur.
Ülkelerin
nüfusları, emperyalist devletlerin çıkarları yönünde değiştirilirken,
"göçen", "mülteci" ve "sığınmacı" tanımlarının
ayrımına varılmalıdır.
Dünya
tarihine bakılacak olur ise, "göçler" denilen olaylar hep savaşlar
kaynaklı olmuştur. Dünya nüfusu ve alanlarının gereği o günler sadece devletler
yok olmuş, yenileri kurulmuştur ama günümüzde sorun çok boyutlu hale gelmiştir.
Hiç kimse,
Atatürk'ün ülkemizde başlattığı ULUSLAŞMA SÜRECİNİ küçümsemesin. Bugün tüm
gelişmiş ülkeler, ABD'den, Almanya, Fransa, İngiltere'ye kadar kendi,
ülkelerinde bir uluslaşma süreci içine girmişlerdir. O yüzden de, ülkelerinin
ekonomileri, sosyal ve siyasi süreçlerinin gerektirdiği kadar yabancı uyruklu
kişileri ülkelerine alıp, yurttaş yapmaktadır.
Ülkede,
bazıları farkında değil ama bu ülke bir emperyalist işgale karşı savaşarak
kuruldu. Ve Büyük Önder Atatürk'ün de uzak görüşlülüğü sayesinde, bu ülkeyi
kuran tüm yurttaşları da, "Türk Milleti" diyerek tanımladı.
Elbette ki
insanlık günümüz dünyasının en farkında olmaması olunması gereken bilinci
olmalıdır. Ama bu da birçok ülkenin yaptığı gibi kendi ülkelerinin birliği ve
beraberliği bozulmadan olmalıdır.
Çoğu kişi
olayın farkında değil sanırım ama bir dönemler "Ucuz İşgücü" olsun
diye, köyden kente göç adeta teşvik edilmişti. Ama zaman ile kırsal yaşam
biçimi ve kültürü ile şehirlere getirilen, gelmeleri zorlanan yurttaşların,
şehirlere uyumları için eğitim ve diğer destekler yerine, görmezlikten
gelinmiştir. Yaşanan sorunlar ortadadır.
Şimdi de,
insanı duydular sömürülerek, insanlar yanıltılarak bir emperyalist ülkelerin
savaşları sonucu ülkelerinden "kaçmak zorunda" kalan insanların
ülkemize "göçü" değil, istilası vardır.
Bu ülke
insanının yıllardır kendi emekleri ile yarattıkları birikimleri ve başka
emeller için harcanılmamalıdır.
Başkalarına
bonkör "devlet yöneticileri", ülkenin yurttaşlarının deprem, sel
baskını, salgın hastalık gibi konularda, hemen kendi İBAN numaralarını
yurttaşlara anımsatmaktadır.
Bazı İBAN’lara,
ellerden gelen paraların durumu ne hikmetse, sır gibi saklanmaktadır.
Barış,
insanlık için bir projedir. Emperyalizm için değil. İktidar genel yönetimlerde,
muhalefet ise yerel yönetimlerde kimler ile yol yürüdüklerinin farkına varıp,
bu ülke yurttaşları için;
Bu ülke
yurttaşları de, DEMOKRASİYİ sadece seçim sandığı sanıp, adamını, yoksa madamını
seçmeyi bir matah sanıp gerisini görmezlikten gelme huyundan vazgeçseler iyi
olacaktır.
Yaz tatili
sebebiyle gezip dolaştığım yerlerde ki çelişkiler hiç de hoş değildir.
Bir tatil
yöresinde, yerel yönetimin sosyal amaçlı gönüllü çalışan bir birimde, bir
görevlinin, keşke "15 Temmuz'da" galip gelenlerin yerine, yenilenler
kazansaydı gibisinden sözü, içime oturdu.
Ya bu ülke
için ömrümüzü verdik, harcadık, Nazım Hikmet'in "Güzel Günler göreceğiz
Çocuklar" dediği günler bu günler olmasa gerek!
İçim yanıyor,
bir "barış gününde" daha.