Koronavirüs belası çıkmadan önce Antalya’da yaşamın bir tadı vardı. Antalya tam bir kültür ve sanat şehriydi. Devlet Senfoni Orkestrası konserleri, Devlet Opera ve Balesi gösterileri, Devlet Tiyatrosu oyunları, Yüze yakın Klasik Türk Müziği ve Türk Halk Müziği koroları ve dinletileri, Derneklerin düzenli olarak yaptıkları haftalık toplantılar, Bakus’taki Dolunay Şiir Geceleri, Konferanslar, Kitap tanıtımları, Kitap Fuarları, Altın Portakal Film Şenliği, Belediyelerin Kültür ve Sanat etkinlikleriyle kent binlerce yıllık tiyatro yapılarındaki (Aspendos, Selge, Side, Termessos, Perge, Facelis vd.)  sanat ve kültür geleneğini sürdürüyordu.(Şimdi hepsi kapalı...)

Bunlardan biri de Başkanlığını Prof. Tuncay Neyişçi’nin yaptığı Antalya Ormancılar Derneğinin her Çarşamba saat:18’de yaptığı bilgilendirme toplantılarıydı. Son katıldığım toplantıda Orman Yüksek Mühendisi Süleyman Dingil’in bir buçuk saat dinleyenleri büyüleyen sunumuydu. Doğrusu bilgi birikimine, araştırmacı kimliğine, toplantıya ve dolayısıyla meslektaşlarına verdiği öneme, en önemlisi toplantıya egemen olan saygı ve sevgi ortamına hayran oldum.

Daha önce bana imzalayarak verdiği “Ormanın ve Ormancının Romanı” kitabını okumuştum. Orada da mitoloji bilgisine, meslek sevgisine, en önemlisi ormanın ve ağacın sevdirilmesine yönelik kitabın büyük kitleler tarafından okunmamasına üzülmüştüm.

Kitabın sonunda “okuyanın notu” kısmına şöyle yazmıştım: “Bu güzel kitabı yazdığı için Süleyman Dingil’e binlerce teşekkür ediyoruz.

Küçük boyutlu fakat içindeki bilgiler ve yazarın işlediği konulardaki bilgisi ve ustalığı çok büyük, 128 sayfalık bir kitap bu!... Aydınlanma devriminin yetiştirdiği kuşaklar bunlar. Süleyman Dingil; bize bilimin ve aklın yolunu gösteren, bizi var eden Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kuşağımıza yüklediği, halkımızı aydınlatma görevini en iyi şekilde yerine getirmiştir.”

Koronavirüs günlerini yaşadığımız bugünlerde AKP tarafından kapatılan Gülhane Askeri Hastanesinin, Ankara’da Numune Hastanesinin, Heybeliada’daki Sanatoryumun ve bizleri sağlıklı kuşaklar olarak yaşatmak için aşı üreten Refik Saydan Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün ve birçok köklü kurumun kapatılması nedeniyle düştüğümüz üzüntüyü Süleyman Dingil’in kitabını okuyunca bir kez daha duyacaksınız.

Çünkü “…TÜBİTAK’ın verilerine göre ileri ülkelerde ulusal gelirin %3’ü araştırmaya ayrılırken, bizde binde ikisi ayrılmakta; onlarda on bin kişiye 50-100 araştırıcı düşerken, bizde 0,6 kişi düşmektedir. Ormancılık Araştırma Kurumu da öbür kamu kuruluşları ile karşılaştırıldığında çoğundan geride olduğu görülmektedir. Örneğin, tüm Türkiye’deki Ormancılık Araştırma Kurumu araştırıcıları sayısı salt Antalya’daki Ziraatçı araştırıcıları sayısı dolayındadır (s:48)…

“..Geçtiğimiz yıllarda bir orun sahibi çıktı. Araştırma Bölge Müdürlüklerini, Orman Bölge Baş Müdürlüklerine bağladı. Aynı düşünce tuttu, Ankara’daki yeni yapılmış Araştırma Enstitüsü yapısını çok gördü ve Araştırma ’ya vermedi. Aynı sıralarda, yetişmiş birçok araştırıcıyı sağa-sola atayarak en yararlı olacakları zamanda, en yararlı olacakları yerlerden uzaklaştırdı… Araştırıcı oluncaya değin bir elemana 5-10 yıl emek ve yetişme parası ödenmektedir. Bu, yükseköğrenimlerini tamamlayıp, dışarıya giden beyin gücü gibi bir şeydir…(s:66)”

Türkiye’de son on sekiz yılda, her köklü kurumun olduğu gibi Orman Araştırmaları Enstitüsünün de liyakatsiz kişiler tarafından çalışamaz, üretemez hale getirildiği anlaşılıyor. …”Ama kimileri, ormancılık örgütünün üst düzeylerinde orun sahibi olmalarına karşın araştırmaya işlerlik getirmek, katkıda bulunmak şöyle dursun, eleman gibi, ödenek gibi, yapı, araç-gereç gibi kimi olanaklarına el atarak, Araştırmayı daha da kösteklemişlerdir.(70)”…

Kitapta “Ağaçların Doğanın ve Orman Ağaçlarının Dili-Güver Uçurumu”, “Elmalı ve Sedir Ormanları” , “Köprülü Kanyon Milli Parkı-Selge ve Servi” ,  “Antalya-Fethiye-Marmaris ve Sığla Ağacı Ormanları”, “Afrodit-Apollon ve Bitkileri Mersin ile Defne”, “Dionizos, Teke, Dağ Keçisi, Tragedia, Tiyatro” başlıklı bölümleri okumalısınız.

Beni en etkileyen bölümlerden biri de “Aglasun-Sagalassos ve  Çınar”da;

“Yukarılarda Sagalassos, aşağılarda Ağlasun. Hasan Hüseyin Korkmazgil’in nehir şiir “Ağlasun Ayşafağı’nda:

Sagalossoslular sessizce iniyorlar parıltılı yamaçlardan

Torbaları yıldız ve lacivert dolu

Kucaklarında üzüm, incir, zeytin, badem ve buğday

Yeni doğmuş kuzularla

Sessizce inip yamaçlardan

Karışıp gidiyorlardı ayşafağına

Nasıl da güzel ve uzaktılar

Nasıl da sevişirken gibi gömülüp birden

Gömülüp gitmiş gibiydiler

…….

Oralarda bir çınar

Kimseler bilmiyor yaşını artık

Geçip gitmiş yaşlanmayı, bir çınar

Belki bin belki de beşbin yıllık

Unutmuş kimlerden olduğunu

Kimlerle geldiğini, bir çınar

Nice kıtlık nice kıyım

Nice kan nice yıkım, bir çınar

Sızlatmıyor yaprağını ayrılık

Oralarda bir çınar

Sanki söz

Sanki nakış

Dağlarla sularla yıldızlarla selamlaşıyor

İnsanlar çoluk çocuk artık…” (s:115)

…..”Çınar Anadolu’da yerleşik düzenin simgesi. Her eski kentte bir ve birçok çınar var. İstanbul’da çınarlar var, Bursa’da çınarlar var, Alanya’nın Türbelinas yaylasında çınar var, çınarın içinde berber dükkânı var. Yalvaç’ta çınar ağacı var, Afrodisias müzesi karşısında çınar ağaçları var….

…Almanlarda da meşe kutsal ağaç. Ama yerleşik düzende onun yerini ıhlamur ağacı almış. Brandenburg kapasından eski Doğu Berlin’e giderken, cadde sağlı sollu ıhlamur ağaçlarından dolayı Ihlamurlar Altı Caddesi (Unter den Linden Str.) adını almış….”Antalya’da Şarampol’den Kalekapısı’na inerken çınarlardan dolayı Çınaraltı Kahveleri, Çınaraltı Caddesi adı gibi, şimdi oralarda tek bir çınar kaldı” (S.116)

Bu kadar dar alanda bu kadar çok bilgiyi bize ulaştıran bu güzel insanı tanımanızı istedim. Çünkü öylesine yetişmiş, yurtsever, halkını seven, her şeyini halkına borçlu olduğunun bilincinde bir nesilden ki iktidar tarafından kökü kurutulmaya çalışılıyor…