“Nasıl kaydetmezsiniz? Ben bir avukatım, her işimi vekâlet belgesiyle yapıyorum. Bu da noterce düzenlenmiş bir vekâletname, ne demek kayıt için kendisi bizzat gelecek?”

Yıldız Üniversitesi öğrenci kayıt odasında bu tartışma olurken; Üniversite sınavını kazanmış; kayıt olması gereken genç adam, bir hapishanenin dört duvarı içinde tutukluydu.

Bir yıl önce, amcasının oğlu Kara Harp Okulundan yeni mezun olmuş, kuzeniyle birlikte, tomruk ihalesine katılmak için stabilize bir yoldan, külüstür bir Skoda kamyonetle Elmalı’ya gitmişlerdi. İhaleyi kazanmış döneceklerdi. Amcasının oğlu “ben arkaya uzanayım, gidinceye kadar biraz güneşlenmiş olurum” dedi, kamyonetin kasasına sırtüstü uzandı.

Hava sıcaklığının otuz dereceyi geçtiği yaz günlerinden birindeydi. Genç subay; ailesinin tek evladıydı. Gözlerini kapatmış, güneş gözlüğünü pantolonun kemerine takmış; kendisini Akdeniz güneşinin güzelliğine bırakmıştı.

Şoförlük yapan lise mezunu kuzen, Korkuteli ilçesi yakınlarında, sıcaktan, karşıdan gelen araçların çıkardıkları tozdan bunalmış haldeydi. Bir araçtan kaçmak için yana doğru hamle yapınca, direksiyon hâkimiyetini kaybetti, birkaç zikzaktan sonra araba takla atarak devrildi.

Ancak araç hızlı değildi, fazla örselenmemişlerdi. Buna karşın yardıma gelen araçlardan birisiyle Korkuteli Devlet Hastanesine gittiler. Ayaktaydılar, herhangi bir yerlerinde yara, bere, kırık görünmüyordu. Bu nedenle Antalya’ya gitmek üzere başka bir araca bindiler. Yolda, genç subay baygınlık geçirdi. O zamanlar Antalya- Korkuteli arası, bol dönemeçli, ortalama saatte seksen kilometre hızla bile gidilemeyen, bir-bir buçuk saatlik yoldu. Antalya’daki hastaneye vardıklarında genç subay çoktan ölmüştü. Pantolon kemerine asılı bulunan gözlüğünün sapı mesanesini delmiş ve üre kana karışarak ölümüne neden olmuştu…

Şoför Amcaoğlu, dikkatsizlik ve tedbirsizlikle ölüme sebebiyetten, tutuklandı.

Amcası; hayattaki tek varlıkları olan ailenin tek çocuğunun ölümünden O’nu sorumlu tuttu.

Korkuteli’ne her duruşmaya geldiğinde, yeğenine “katil!” yeğeninin iki avukatına da “katilin avukatları!” diye bağırıyor, çektiği acıyı açığa vurarak Mahkemenin Yargıcını etkiliyordu.

Tanıklar dinlenmiş; dosya bilirkişiye gönderilmişti.

Liseyi yeni bitirmiş genç şoför, bilirkişiler tarafından, yüzde yüz kusurlu bulundu. Ancak, tutanaklarda, avukatların fark ettiği, yargıcın fark etmediği bir eksiklik vardı. Avukatlar; aleyhte bir durumda ileri sürmek için bunu görmezden geldiler.

Yargıç, ortada kasıtlı bir suç olmadığı halde; kazada, tek evladını kaybetmiş babanın acısını düşünerek tutukluyu salıvermiyordu. Aylar geçiyordu.

Avukatların tutuklamaya itirazları,  kefaletle tahliye talepleri, bütün çabaları boşa gidiyordu…

Liseyi yeni bitirmiş ve Üniversite sınavlarına girmiş olan sanık; Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Bölümünü kazanmıştı. Kazandığına ilişkin resmi belge adresine gelmişti. Bizzat başvurması gerekiyordu. Oysa o hâlâ hapisteydi…

Avukatlar; sınav kazanma belgesini de ekleyerek, “sanık öğrencinin geleceğinin karartılmaması”  “tahliye kararı verilmezse tutuklama gayesinin ötesinde yaptırım uygulanmış olacağı” gerekçesiyle tahliye talebinde bulundular.

Tahliye talepleri reddedildi. İtirazları üst mahkemece de kabul edilmedi.

Başka hiçbir çare kalmayınca, avukatlarından biri, hapishaneye noter göndererek “Üniversiteye kaydını yaptırmak üzere yetkili” bir vekâlet belgesi düzenlettirdi…

Kayıt-kabuldeki kavga okulda yankılanıyordu.

Avukat inatçıydı, ısrarcıydı, işin peşini bırakmıyordu. Bir insanın geleceği ya kazanılacak ya da karartılacaktı. Dekana çıkmaya karar verdi. Belgelerle birlikte gitti. Durumu anlattı. Dekan anlayışlı bir insandı. Her işi vekâleten görmeye yarayan noterden düzenlenmiş bu belge; elbette Yıldız Teknik Üniversitesinde de geçerliydi…

Kaydı yaptılar…

Birkaç ay sonra sanık tahliye edildi.

Ceza davası devam ediyordu. Savunmalar yapıldı. Sanığın amcası karar günü de yeğenine “katil!”, yeğeninin Avukatlarına “Katilin Avukatları!” diye bağırdı. Mahkemeden en ağır cezanın verilmesini istedi.

Mahkeme; sanığın iki yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verdi. Ancak Avukatların bütün çabalarına ve taleplerine rağmen cezayı ertelemedi, paraya çevirmedi… İyi hal indirimi yapılmadı. Öğrenci sanık; bir yıldan fazla hapiste yatacak, Üniversite öğrenimi mahvolacaktı…

Avukatlar kararı temyiz ettiler.

Dosyada daha önce saptadıkları usul eksikliğini temyiz gerekçesi yaptılar: kusur yazanağını veren teknik bilirkişilere yemin yaptırılmadan, yerel mahkemece dosya karara bağlanmıştı.

Ceza Muhakemesi Usulü Kanunu’na aykırıydı bu durum.

Karar, Yargıtay tarafından bu eksikliğin giderilmesi için bozuldu.

Dava yerel mahkemede tekrar başladı, eksiklikler giderildi, karar yine aynıydı.

Yıldız Üniversitesi Mimarlık öğrencisi sanığa hapishane yolu yeniden görünmüştü…

Avukatlar dosyayı tekrar temyiz ettiler.

Sanık öğrenciye, Üniversite eğitimini tamamlaması için uzunca bir süre kazandırmışlardı. Bu sırada 1974 genel affı çıktı, taksirle işlenmiş suçlara ilişkin dosyalar düşürüldü. Üniversite öğrencisi Sanık; avukatların çabasıyla yeniden hapse girmekten kurtulmuştu!…

Öğrenci sanık; Üniversiteyi derece ile bitirdi. Önce asistan, sonra doçent, sonra profesör oldu. İstanbul’da yıllarca hocalık yaptı ve emekli olup memleketi Antalya’ya geri döndü….

Ancak her nedense, kendisini inatla savunan, mahkemedeki her duruşma günü ölen gencin babasının hakaretlerine (acısına saygı duyarak) katlanan, Üniversiteye kabulü için çare üretip, zorla kaydını yaptıran iki avukatını bir daha aramadı, sormadı. Avukatlardan biri, birkaç yıl önce ölmesine karşın cenazesinde, kimse, emekli profesörü görmedi. Diğeri ise kırk sekiz yıldır, hâlâ bir teşekkür telefonu bekliyor…