1973 yılında başladığım siyaset yaşamım; tam otuz dokuz yıl seçim komitelerinde başkan olarak, il başkanı, belediye meclisi üyesi, belediye başkan vekili, ilçe delegesi, il delegesi, kurultay delegesi olarak çalıştıktan sonra 2011’de milletvekili olarak seçilmemle yeni bir döneme girmişti. İlkelerimiz, hedeflerimiz vardı. Yolsuzlukları önleyecek, halkın hakkını savunacak, yoksul kitlelerin soygununa izin vermeyecektik…

 2012 bütçe çalışmaları başladı. Bildiğiniz gibi bütçe; devletin gelir ve giderlerinin TBMM tarafından hem denetlenmesi hem de gelecek yılda nereye, ne kadar para harcanacağının kararlaştırılmasıdır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bütçe yapması, hükümet harcamalarının denetlenmesini de sağlar. TBMM’de milletvekili olarak görev yapanların hepsi maliyeci, muhasebeci, hesap uzmanı olmadığına göre devlet gelirlerinin hukuka uygun harcandığını nasıl takip edip nasıl anlayacaklardır?

Bunun için Türkiye Büyük Millet Meclisinin muhasebecisi, takipçisi, hesap uzmanı, müfettişi olan Sayıştay kurulmuştur: “Kamuda hesap verme sorumluluğu ve mali saydamlık esasları çerçevesinde, kamu idarelerinin etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak çalışması ve kamu kaynaklarının öngörülen amaç, hedef, kanunlar ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olarak elde edilmesi, muhafaza edilmesi ve kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yapılacak denetimleri, sorumluların hesap ve işlemlerinin kesin hükme bağlanmasını ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmak” üzere görevlidir.

Sayıştay bağımsız bir kurum değildir. Bu nedenle her bütçede “Sayıştay Raporları” milletvekilleri için büyük önem taşır. Bütçe görüşmelerinde gelmesi gereken Sayıştay Raporları milletvekillerine gelmedi. Oysa her bakanlık ve kurum için ayrı, ayrı rapor vermesi zorunludur. 2012 yılında büyük tartışmalar oldu. Sonunda, üzerinde “Sayıştay Raporu” yazan fakat dört-beş sayfadan ibaret uydurma içi boş belgeler milletvekili masalarına bırakıldı. Doğal olarak içlerinde hiçbir ciddi bilgi yoktu.

2012 yılından itibaren iktidar artık denetim kabul etmez bir yönetim haline dönüşmüştü. Benim Milletvekilliğim döneminde Kamu İhale Kanunu 134. defa değiştirildi. Rüşvet verdiği sabit olan, yasaklı olan kişilere yeniden kamu ihaleleri veriliyordu.

Danıştay’ın kamu ihaleleriyle ilgili iptal kararları iktidar tarafından uygulanmıyordu. Oymapınar Barajı, Seydişehir Alüminyum Fabrikasını alan yükleniciye hediye olarak, yanında “bedava” veriliyor; bunu iptal eden Danıştay Kararı uygulanmıyor, tartışmalar üzerine “uygulanmayacağına ilişkin kanun” çıkarılıyordu. Bu kanun Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildiği halde bu karar da uygulanmıyordu.

Ortada bir bozuşma, kokuşma (tefessüh), yolsuzluk vardı. Devletin temeline rüşvet ve yolsuzluk yerleştirildiğini, Devletin Hukuka bağlılığının bitirildiğini, bütün dünya biliyor ve görüyordu (hâlâ de böyle) fakat kimse engel olamıyordu.

Osmanlı İmparatorluğu da böyle batmıştı.

 

 

 

 

 “Osmanlı’da “geçmişten gelen kanunlara göre, timar ve zeamet gelirleri, yalnız ve yalnız fiilen sefer hizmetinde bulunanlara aittir. (Halbuki zeâmet ve hâsların önemli bir kısmı Harem’in ve bazı yüksek ulemanın ve paşaların geliri olarak paşmaklık ve arpalık haline gelmiş bulunmakta idi)” (1).

Tıpkı bugün her biri ayrı uzmanlık gerektiren kurumların yönetim ödeneklerinin, bu niteliğe uymayan ve birkaç aylık birden almakta bulunan AKP yandaşlarına aktarılması gibi…

“17. yüzyılda, klasik dönem kanunlarına göre ıslahata girip idamlardan çekinmeyen “sâhibü’s seyf” tipinde radikal ıslahatçılar, Kuyucu Murad Paşa ve Köprülü Mehmed Paşa’dır. II. Osman ıslahatı planlamış, fakat bu uğurda hayatını kaybetmiştir. Timar kanununa göre, sipahi timarı nerede ise, orada oturur ve seferde alaybeyi kumandasında beylerbeyinin eyalet ordusuna katılır… Atası timar sahibi olmayana timar verilmezdi, fakat şimdi âyân ve eşrâfın, hatta aşağı mertebede kimselerin hizmetkârları timar almaktadır. Eski kanunlar unutulmuştur. Timara hak kazanmak için ilkin serhadlerde hizmet etmiş olmak koşulu aranırdı. “Şimdiki halde, reayadan bir kimse bir paşanın kapısında hizmete girer ve timar alır.”… “Zamanımızda timara istihkaka kim bakar ve evamire kim itibar eder?”

…Timar idaresinde ıslahata gelince, yolsuzluğun iki nedeni vardır: Birincisi zaîm ve timarlıların yerlerinde hizmete hazır olmayıp şunun bunun hizmetinde olmasıdır. Eğer tımarlı sipahi, padişah hizmetinde olsa seferlerde ordu tam olurdu. Şimdi saferlerde yoklama gereklidir. Aynı Ali’ye göre, şimdi seferlerde on timara bir adam görünmez. Ama mahsul zamanında bir timara on adam sahip çıkar; yoklamanın timar beratına göre yapılması gerekir. Yoklama defterleri defterhane arşivinde saklanır. “Lakin otuz yirmi yıldan berü vaki” olan seferlerin asla yoklamaları yoktur.

Ayni Ali, defter-i hakânî emini unvanıyla işe başladığında işlerin tam bir karışıklık içinde olduğunu anlatır. Bu kargaşa yüzünden aynı timar birkaç kişi üzerinde görünmektedir. Aynı Ali, saray mensupları ve iktidar sahiplerini karşısına almaktan kaçınmak için, zeâmet ve hâs gelirlerinin büyüklerce nasıl yağma edildiğini açıkça anlatmaz. Fakat lâyihacı bürokratlar, Kitâb-ı Müstetâb yazarı ve Koçi Bey bu önemli konu üzerinde dururlar.” (2)

Bugün de devlet gelirlerinin gereksiz yerlere liyakatsiz kişilere özgülendiğini, bazı vakıf ve tarikatlara devlet hazinesine ait arazilerin karşılıksız devredildiğini (Antalya’daki Narenciye Birlik arazisi gibi), belirli bir amaca özgülenmiş paraların hiç ilgisi olmayan yerlere harcanması gibi (İşsizlik fonunda birikmiş paranın yol yapımına aktarılması buna örnektir) ….

Ayni Ali’nin saray mensupları ve iktidar sahiplerini karşısına almaktan kaçınması gibi şimdi de doğru söyleyen TV kanalları ağır para ve program durdurma cezalarıyla cezalandırılmaktadır. Bugün de yirmi-otuz yıldan beri defter yoklamalarının yapılmaması gibi devlet gelirlerinin nerelere harcandığına ilişkin bir denetim yoktur.

Halil İnalcık’ın “Devlet-i Aliyye”sini okudukça sanki AKP iktidarının bugünlerini yaşıyormuş gibi gelir bana:

“…III. Murad (1574-1595 ve III. Mehmed (1595-1603) dönemleri devlet düzeninde ve toplumda derin değişimlere sahne olmuştu. Devletin bu dönemde, Kanunî Sultan Süleyman (1520-1566) devrindeki dünya devleti durumunu kaybettiği, karada ve denizde hızla yükselen Avrupa karşısında bir Orta çağ devleti durumuna düştüğü bir gerçektir. Öte yandan bu dönem, Osmanlı ülkesinde iyi yaşamın, lüksün, sanatın zirveye ulaştığı bir dönemdir. Saray ve yüksek sınıf, görülmemiş bir zenginlik, zînet ve lükse yönelmiştir. Viyana saray kütüphanesinde saklı 1590’lara ait iki büyük albümdeki tasvirler, Osmanlı dünyasında o zamanki yaşamı, lüks ve zîneti bütün canlılığı ile yansıtmaktadır.

Kafes sultanı I. Mustafa’nın (1617-1618/1622-1623) tahta çıktığı tarihten, 1656’da Köprülü Mehmed Paşa sadaretine kadarki dönem, özellikle saray ve etrafındakilerin lükse, dolayısıyla rüşvetçilik ve devlet gelirlerini yağmaya yöneldiğini görmüştür. Aynı dönemde en önemli gelişme, akçadaki aşırı değer kaybının doğurduğu kargaşadır: Bu dönemde ulûfe alan kullar, sıradan halk kitleleri, esnaf, ayaklanmalara sürüklenmiştir…”

Bugün AKP iktidarı bir saltanat ve lüks ve ihtişam içindedir. Saraylar yapılmakta, ülke saraylardan yönetilmekte, Cumhurbaşkanının 16 makam uçağı, bin odalı sarayı, binlerce koruması, devlet yöneticilerinin 125 bin lüks makam aracıyla görev yapmaları (3) yanında devlet gelirlerinin, hazine arazilerinin, meraların yağma edilmesi, sınavlarda hile yapılması, liyakatsiz insanların yönetimlere getirilmesi, rüşvet, yolsuzluk, hırsızlıkların başını alıp gitmesi, aynı filmi bir kez daha yaşadığımızı gösteriyor.

Özellikle AKP iktidara geldiği zaman bir ABD Dolarını, bir lira kırk beş kuruşa alırken şimdi yedi liraya alır hale gelmemiz; Osmanlı’da paranın “tağşiş edilmesi” ; günümüzde: paramızın pul olmasıdır. Oysa bir devletin itibarı; parasının değeriyle ölçülür.

İyi ki Türkiye’de demokrasi kuralları geçerli… Halkın bu iktidardan desteğini çektiği açık ve kesindir. AKP; “israftan tasarrufu”, “itibardan tasarruf” olarak gördüğü için yolun sonu görünüyor. Bütün sorun, AKP iktidarı biterken; devleti ve demokrasiyi tamamen bitirmesine izin vermemekten ibarettir.

 

(1)Devlet-i Aliyye S:154

Halil İnalcık/İşbankası Yay.

(2)AGE S:155

(3) https://t24.com.tr/haber/turkiye-makam-

araclarinda-dunya-rekorunu-elinde-bulunduruyor

-erdogan-in-ucak-filosu-ve-makam-araci-sayisi-

almanya-ve-fransa-gibi-ulkelerden-daha-buyuk,