Kristof Kolomb’un Amerika’yı
keşfinden; 20. Yüzyılın iki dünya harbine ve 21. Yüzyılın bugünlerine kadar
Papalagi dünyaya kan, ateş ve gözyaşı ekmeye devam ediyor.
“Papalagi denince beyazlar ya da
yabancılar anlaşılır. Ama sözcüğü sözcüğüne çevrilirse ‘göğü delen’ anlamına
gelir. Samoa’ya ilk misyoner bir yelkenliyle gelmişti. Yerliler bu beyaz
yelkenliyi ufukta bir delik olarak gördüler, beyaz adamın içinden çıkıp
kendilerine geldiği bir delik. O, göğü delip gelmişti”…
Doğum günü hediyesi olarak bir
meslektaşımın verdiği bu 109 sayfalık kitabı bir solukta okudum. Sanki dün
basılmış gibi geldi bana fakat tam otuz altıncı baskısıydı kitabın…
Şef Tuiavii bütün sözlerinde haklı
çıktı. Ne yazık ki “uygar dünya yaratıcıları” yalnız kendilerini layık gördüler
insanlığı ortak değerlerine…
Nedir iki milyon yıllık varoluştan
bu yana insanlığın biriktirdiği ortak değerler? İnsan hakları, adalet, eşitlik,
laiklik, demokrasi, kadın-erkek eşitliği ve her yönüyle düşünce özgürlüğü,
hukuk devleti, yargı bağımsızlığı ve daha bir sürü şey…
Biz papalagi’lerin dışında kalan
milyarlarca insan; onlara özendiğimiz için değil, bu ortak değerlerin bütün
insanlığın değerleri ve bizim de değerlerimiz olduğu için yaşama geçirmeliyiz.
İnsan yeryüzüne mutlu olmak için
gelmiştir. Kabile şefi Tuiavii’nin; “insanın, mahveden düşünce, kuruntu ve
endişelerden kurtulması gerektiği” fikrine yürekten katılıyorum. Dünyada sağlık
dışında hiçbir şey huzur içinde uyuyabilmekten daha güzel değildir.
Şef Tuivaii bu kitapta bize
dersler veriyor. Gereksiz bir sürü eşya ile ve adeta eşyaların tutsağı olarak
yaşadığımızı bildiriyor. Hiçbir şeyin kumsaldaki bir dalganın, sıcak güneşin,
yeşil yapraklı bir palmiyenin verdiği iç huzurunu veremeyeceğini söylüyor.
Kentlerimizin sokaklarının ve
caddelerinin yarıklardan ibaret olduğunu her apartmanın hapishane gibi taş
kutulardan oluştuğunu bildiriyor. Şöyle diyor: “Ama biz güneşin ve ışığın özgür
çocukları, Büyük Ruh’a sadık kalmalı, böyle taşlarla onun kalbini kırmamalıyız.
Yalnız yolunu şaşırmış, hastalıklı ve Tanrı’nın elini elinde hissetmeyen
insanlar bu taştan yarıklar arasında güneşten, ışıktan ve yelden yoksun kalarak
mutlu olabilirler. Papalagi’nin sözde mutluluğu kendisinin olsun. Ama bizim
güneşli kıyılarımıza taş kutularından dikmeye kalkıştığında hepsini başına
yıkmalıyız. Mutluluğumuzu taştan kutular, gürültü, duman ve yarıklarla yok
etmeye çalıştığında karşısına dikilmeliyiz”.
“…Misyoner Papalagi, bize önce Tanrı’nın
ne olduğunu öğretti ve bizi, içlerindeki gerçek Tanrı’yı taşımadıkları için,
eski tanrılarımızdan uzaklaştırdı. Böylece gecenin yıldızlarına, ateşin ve
rüzgârın gücüne tapınmayı bırakıp, onun Tanrı’sına evrenin Yüce Tanrı’sına
yöneldik.
Tanrı’nın Papalagi’ye ilk
yaptırdığı iş, elimizdeki tüm ateş borularını ve silahları aldırmak oldu. Barış
içinde iyi Hıristiyanlar olarak yaşayalım diye. Hepiniz Tanrı’nın sözlerini biliyorsunuz,
birbirimizi sevmeli, öldürmemeliyiz. En temel buyruğudur bu onun. Silahlarımızı
bıraktık ve o gün bugündür adalarımız savaş yüzü görmedi. Herkes birbirini
kardeşi saymaya başladı. Tanrı’nın buyruklarında ne denli haklı olduğunu
gördük. Bir zamanlar büyük kargaşaların kol gezdiği, korkunun son bulmadığı
köyler, bugün barış içinde yaşıyorlar…”
“Sevgili kardeşlerim, Tanrı’ya
tapmamızın yanı sıra saygı gösterip, sevgiyle yüreğimizde taşıdıklarımıza put
denirse eğer, Papalagi’nin bizden daha çok putu vardır. Onun yüreğindeki en
değerli şey Tanrı değildir. Bu yüzden Tanrı’nın değil, aitu’nun (Şeytan’ın)
istedikleridir yaptıkları. Düşüncelerime dayanarak söylüyorum. Papalagi’nin
bize getirdiği İncil, onun için takas edilecek bir maldan başka bir şey
değildir. Meyvelerimizi, ülkemizin en büyük, en güzel parçasını elimizden almak
için kullandığı bir mal. Papalagi’den her şeyi beklerim ben, çünkü onun
yüreğinde alabildiğine pislik, alabildiğine günah olduğunu gördüm. O papalagi
ki bize vahşi der, yani bedeninde yürek değil de hayvan dişi taşıyan; işte
Tanrı bu Papalagi’den daha çok sever bizi…”
Kitabın yazarı Erich Scheurmann,
bu kitapta insan yaşamının göz ardı edilen en önemli unsurlarını ön plana
çıkararak gözler önüne seriyor. Yaşamı da ayrı bir serüven doğrusu. Kitabın
sonunda 1878-1957 yıllarında yaşamış yazarın yaşamını; Andre Grab 1978 yılında
yazdığı son söz ile anlatmış…
Yerimizin bitmesi nedeniyle bu
güzel kitabın asıl yazarı olan Samoa Yerlilerinin Şefi Tuivaii’nin güzel
sözleriyle bitirelim yazımızı: Papalagi “zevklerin, sevinçlerin uzak dursun
bizden, bütün zenginlikleri vahşice elinde ya da kafanda toplaman, kardeşinden
daha üstün olma hırsın, anlamsız işlerin, türlü marifetlerin, ne idüğü belirsiz
göz boyamaların, meraklı düşüncen, hiçbir şey bilmeyen bilgin bizden uzak
dursun. Senin bile uykularını kaçıran, döşeğinde rahatını bozan bütün
çılğınlıkların uzak dursun. Bizim bunların hiçbirine gereksinmemiz yok, yeter
bize Tanrı’nın bol bol sunduğu soylu güzel mutluluklar. Işığının gözümüzü
kamaştırıp bizi yanılgıya sürüklemek yerine yolumuzu aydınlatması için yardımcı
olsun bize. Onun ışığında ilerlememiz, o ışığının bizi kavraması için yardım
etsin. Bu ışık birbirimizi sevmemizdir, yürekten talofa! (selam)
diyebilmemizdir”…