Devletleşen parti (AKP)
nasıl bir düzen kuruyor?
Türkiye
Cumhuriyeti’nin Anayasasını takmıyor. Kesinleşmiş mahkeme kararlarını
uygulamıyor. Biliyorsunuz Mahkeme kararlarından işine gelmeyenlerin
uygulanmayacağına ilişkin yasa çıkardı. Daha önce Fetullahçı Terör Örgütü’nün
üzerine yıktığı bütün Kumpas Davaların benzerlerini yeniden açmaya başladı.
Odatv yöneticileri yine tutuklandı. Birçok gazeteci haksız yere zindana atıldı.
Avukat Selçuk Kozağaçlı ve arkadaşları haksız olarak yıllardır hapiste
tutuluyor.
(2017 yılında aralarında Selçuk
Kozağaçlı’nın da bulunduğu ÇHD ve Halkın Hukuk Bürosu (HHB) üyesi 18 avukat
bürolarına yapılan polis baskını sonucu tutuklanmıştı.
Yargılama sonucunda mahkeme,
18 avukata “örgüt üyeliği” ve “örgüt yöneticiliği” iddialarıyla toplam 159 yıl
1 ay 30 gün hapis cezası vermişti. Hepsi de avukat olan sanıklara verilen bu
cezalar kamu vicdanını sızlatmıştır. Dosya Yargıtay’da bekletilmektedir.
Avukat Ebru Timtik 3 Ocak’ta,
avukat Aytaç Ünsal ise 3 Şubat’ta “Hukuksuz bir şekilde verilen 159 yıllık
hapis cezasının Yargıtay tarafından bozulması ve beraat edilmeleri” ve “Ölüm
orucunda olan bütün müvekkillerinin ve Grup Yorum ’un taleplerinin kabul
edilmesi” talepleriyle açlık grevine başlamıştı.)(*)
Nitekim DW Türkçe ‘ye konuşan
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu'nun CHP'li Başkanvekili Sezgin
Tanrıkulu da yargılama sürecindeki şu noktalara işaret etmiştir: "10 Eylül
2018 tarihinde 37. Ağır Ceza Mahkemesi'ne yapılan ilk duruşmalarında aslında
tahliye edilmişlerdi ve mahkeme dört sayfalık tahliye gerekçesi yazmıştı. Ancak
tahliye olamadılar. Tahliye kararı veren mahkeme heyetini dağıttılar. Yerlerine
başka bir heyet atadılar. O heyet tahliye kararını geri aldı ve yeniden
tutuklama kararı verdi. Ve hızla ama hızla adil yargılanma ilkelerine aykırı
bir şekilde yargılama yaptı. Ağır cezalar verdi. Savunmayı hiç dikkate almadı.
İstinaf mahkemesi duruşma yapmadan kararı onayladı." (**)
Bu adaletsiz sistem; Fetullahçı
Terör Örgütü’nün ulaşmak istediği bir devlet düzenidir.
Güya yeni Osmanlı Devleti kuruluyor.
Fakat bu Osmanlı Devleti kuruluş yıllarındaki Osmanlı değil; 1603-1656 dönemi
Osmanlı devletidir. Çünkü bu dönemde, devletin gelirleri har vurup harman
savrulmuş; vergileri toplamakla görevli mültezimler verdikleri rüşvetlerin
karşılığını almak için halkı ezmiş, devlet görevleri rüşvet karşılığında
satılmış, liyakati, yeteneği olmayan kişiler hak etmedikleri devlet görevlerine
getirilmiş, Saraya; Uludağ’dan alınan buzlar, kayıklarla İstanbul’a getirilmiş,
paranın değeri düşürülmüş, devlet bir yanda savaşırken diğer yanda saltanat ve
debdebe sürüp gitmiştir.
İktidar da yükselme dönemindeki
Osmanlı’yı değil, çöküş dönemindeki Sultan Abdülhamit’i örnek almakta ve hatta
buna karşı çıkanlar hakkında soruşturma açmaktadır.
Bunu “Devlet-i Aliyye/Tagayyür
ve Fesâd Bozuluş ve Kargaşa dönemi) kitabında Halil İnalcık çok güzel
anlatıyor. Tıpkı bugünkü gibi…(***)
Bu dönemin göz tanığı olan ve
olayları bizzat yaşayan eski şeyhülislam Karaçelebizade Abdülaziz’in
gözlemlerini şöyle aktarıyor:
“…devletin mukataa defterlerinde
kayıtlı gelir kanyakları ve tüm vakıflarda tüm giderler ve maaşlar çıktıktan
sonra kalan fazlalık gelirlerinden yapılan israf iki kattır. Boş kalan
memuriyetler ehline verilmez, (Tıpkı bugünkü gibi! Vakıflar Bankası Yönetim
Kurulu üyeliğine bankacılıktan hiç anlamayan bir güreşçi-Hamza Yerlikaya- atandı)
(GA) Dîvan hizmetlerine veya müderris evlâdına tahsis olunur. Bu kanunen ve Şeriatça
yasaktır. Vakıflarda israf vardır, bu önlenirse Süleymaniye evkafından hazineye
zevâid (fazlalık) artacaktır.
Başka önemli bir yolsuzluk,
tayinlerin sık sık değiştirilmesidir. Çünkü (Devlet memuriyetindeki makamlar) mansıblar rüşvetle verilir.
Çabuk aziller yüzünden (parayı
çıkarmak için) tayin edilen kişi yeni makamındayken rüşvet parasını bir an önce
çıkarmaya çalışır. Mansıb sahibi çabuk azlolmazsa zulümden kaçar ve bulunduğu
yerin gelirinin artmasına çalışır. Bir müddetten beri memuriyetler, ehil
olanlara değil, ne şekilde olursa olsun vergi tahsilinde becerikli diye zalimlere
verilir. Adaletle iş görenleri, “elinden bir iş gelmez” diye atamazlar. Bir
vergiyi “tahammülünden birkaç mertebe ziyâde rüşvet ile” alanlar tercih
olunmaktadır. Bu, vergi mükellefi “reâyayı (halkı) yağmaya izin değil midir?”
Bu gibiler, faizle aldıkları rüşvet parasını çıkarmak için, reâyayı soyarlar
(Tıpkı bugün milletin orasına koyanların dolar milyarderi olmaları gibi).
Sultana şikâyet olunacağından
emin olan zalim, “Müslümanları” kanunda olmayan vergilerle istismar eder,
aldığı borcu ödemek ve azlinde harcamak üzere yeni mansıb temini için para
biriktirmeye çalışır. Çaresiz kalan reaya (halk) padişah kapısına şikâyete
kalkarsa, dayak ve hapisle önlenir…(Tıpkı AKP iktidarının, Baro Başkanlarının
Ankara girişindeki yürüyüşünde yaptığı zulüm gibi)…”(***)
Baroları bölmeye, adaleti kökten
çökertmeye yönelik AKP iktidarına söylenecek tek söz vardır: sonunuz yakındır,
debelenmeniz boşunadır, iktidarda kalmak için her çareye başvursanız bile
kurtuluş savaşını yapan bu millet sizden de yakında kurtulacaktır.
(*)https://gazetekarinca.com/2020/05/tutuklu-avukatlar-olum-orucunda-kas-zayiflamalari-basladi/
(**)https://www.dw.com/tr/ölüm-orucundaki-iki-avukat-neden-hapiste/a-53688637
(***)Devlet-i Aliyye sayfa:332