AYDIN DOĞAN

         Bu yazıyı erken seçim kararı açıklanmadan önce yazmıştım. Birkaç gün gecikince adeta gündem dışı oldu…

         “Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni tarihin karanlığına gömmeye çalışan iktidar ile karşısındaki güçlerin yüz yıllık hesaplaşmasına bir yıldan az bir zaman kaldı” demiştim. Şimdi iki aydan daha az bir süre var.

         Doğan Medya Grubunun iktidar yanlısı bir sermaye grubuna satılmasının nedeni; baskın erken seçim kararı açıklanınca bir kez daha anlaşıldı..

         Erken seçim kararı halkın gerçek iradesini ortaya çıkarmak için değildir. Anayasayı ihlal suçundan yargılanmaktan kaçınmak içindir. Gittikçe yoksullaşan halkın tepkisinden kaçmak içindir.

Seçime yetmiş gün kala; Aydın Doğan, Doğan Medya’nın tümünü birden iktidarın emrine sokan bir satışı gerçekleştirdi. Çocukluğumuzdan bu yana okuduğumuz, doğru ve tarafsız haber veren Hürriyet Gazetesini, Doğan Haber Ajansını, Hürriyet Haber Ajansını, Kanal D Televizyon kanalını, Posta Gazetesini vs. hepsini birden Recep Tayyip Erdoğan’ın has adamı Erdoğan Demirören’e sattı.

Bu satış için; (çiftçileri desteklemek amacıyla kurulan) Ziraat Bankasından, tarımla hiç ilgisi olmayan, iki yıl ödemesiz 700 milyon dolar para, işadamı Demirören’e aktarıldı (borçlarını ödeyemediğinden, sütünü Ziraat Bankasının önüne döken çiftçinin tepkisinin ne kadar haklı olduğunu da görmekteyiz).

Doğan Holding, ayrıca, 30 ilde 160’tan fazla mağazası bulunan ve Türkiye’nin en büyük kitapevi “Doğan Müzik Kitap mağazacılık Pazarlama AŞ’yi de (D&R) 440 milyon liraya Sabah Gazetesinin de sahibi olan Turkuvaz Grubuna sattı.

Biz M. Kemal Atatürkçüleri, laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti yandaşlarını savaş meydanında yalnız bıraktı…

Aydın Doğan’ın çağdaş, uygar, laik eğitimden yana, dürüst bir iş adamı olduğunu, birçok yardımlarıyla ülkemizin aydınlığa ulaşmasına katkıda bulunduğunu da biliyoruz.

Yine de bıkıp, usanıp, yılgınlığa kapılıp gitmesini kabul edemiyoruz.

Fakat, Aydın Doğan ile ilgili başka bir konuya da dikkatinizi çekmek isterim.

1999 yılında, CHP Antalya’da ön seçim yaptı.  O tarihlerde Antalya’dan yedi milletvekili seçiliyordu. Yirmi yedi yıl CHP’de çalıştıktan sonra üçüncü sıraya geldim. O nedenle siyasal gelişmeleri yakından izliyor ve biliyordum.

Cumhuriyet Halk Partisi, seçimlere çok az bir zaman kalmasına karşın, dışarıdan desteklediği koalisyon hükümetinin başbakanının; ihaleye çıkacak bir medya kuruluşunun alıcısıyla gece yarısı, gizli görüşme yapması nedeniyle hükümeti düşürdü.

Kıyamet koptu.

Bütün medya grupları CHP’ye insafsızca yüklendiler.

Seçime az bir zaman kala, özellikle Doğan Medya’nın baskısından öylesine bunaltılmıştık ki ben; “Aydın Doğan’ı genel başkan yapalım da bu çile bitsin” demeye başlamıştım.

O zamandan beri Doğan Medya’nın, gazetelerinin bu baskısının altında ne yattığını merak ediyordum. Halen aklımı kurcalayan sorular var.

Seçime az bir zaman kala Aydın Doğan, Antalya Falez Otelde CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile bir kahvaltıda buluştu mu? O kahvaltıda, medya üzerindeki bazı mülkiyet kısıtlamalarıyla ilgili görüşme yaptı mı? Özellikle bütün gelişmiş ülkelerdeki gibi, bir sermaye grubunun (holdingin) medyanın tamamının paydaşı olamayacağına, payların ancak küçük bir oranının maliki olmasına ilişkin yasal kısıtlamaların kaldırmasını istedi mi?

Buna karşılık CHP Genel Başkanı Deniz Baykal bu istemi reddetti mi?

Bildiğim kadarıyla evet, reddetti.

Doğan Medya grubunun, özellikle Fatih Altaylı’nın bundan sonra sürekli CHP’ye vurmaya başladığını çok iyi biliyorum. Hatta birçok kişiyle birlikte kendisine eposta ile bir yazı göndermiştik. O yazıda “eğer CHP hükümeti bozmasaydı bu kez de ‘hırsızları korudunuz’ demeyecek miydiniz?” , “CHP’ye insafsızlık yapıyorsunuz” demiştik. Öyle etkin olmuşlardı ki her mahallede, köyde, mezrada CHP’nin koalisyonu neden bozduğu soruluyordu. Ne söylersek söyleyelim; “bozmasaydınız iyi olurdu” diyorlardı. Biz de “hırsızın hiç suçu yok mu?” diyorduk ama son söz “yine de bozmasaydınız” oluyordu.

Şimdi Aydın Doğan; yaşamını anlamlı kılan en değerli varlıklarını haraç-mezat satarak medya alanından çekiliyor. Daha öncesinde, Recep Tayyip Erdoğan tarafından dünya tarihinde eşi görülmemiş bir vergi cezasıyla cezalandırıldığında aynı şeyi düşünmüştüm: “acaba 1999’da CHP %10 barajın altına düşürülmeseydi bu sonuçlar meydana gelir miydi?”

Türk ulusal sermayesi (istisnalar hariç) dinci, gerici, emperyalizmin uşağı iktidarlara yaranarak para kazanmaya çalışmayıp, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş değerlerine sahip çıksaydı; Türkiye böylesine ağır şekilde yağmalanır mıydı? Türkiye’nin ahlakı, eğitimi, siyaseti böylesine yara alır mıydı? Yeni bir padişah yaratan Anayasa değişiklikleri kabul edilebilir miydi? Türkiye Büyük Millet Meclisi yetkileri budanmış bir danışma kuruluna dönüşür müydü?

Artık kesin olarak görünen şudur: bu iktidar ve Recep Tayyip Erdoğan ülkemizi yönetmeyi başaramıyor. Türkiye kesin bir çöküşe doğru gidiyor.

Türkiye Büyük Millet Meclisine sahip çıkmak için iktidarın karşısındaki tüm güçlerin aralarındaki tüm aykırılıkları bir yana bırakarak demokrasi, insan hakları, cumhuriyetin temel ilkeleri ve Mustafa Kemal Atatürk ilkeleri doğrultusunda bir araya gelmeleri artık bir zorunluluktur.

Keşke bu aşamada Aydın Doğan, 1999 seçimlerinde CHP’ye karşı takındığı tavrı, kendisine tüm medya grubunu elden çıkarttıran bu iktidara karşı da ortaya koyabilseydi…