Antalya Barosu'nun
gazeteci- yazar Uğur Mumcu anısına verdiği 'Uğur Mumcu Özel Ödülü'nü, bu yıl
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Ali Sirmen aldı. Antalya Barosu'nca, 2007'den beri
her yıl 24 Ocak'ta düzenlenen 'Uğur Mumcu Özel Ödülü ve Anma Etkinliği',
töreninde konuşan Baro Başkanı Polat Balkan, Uğur Mumcu suikastının faillerinin
hâlâ bulunamadığına dikkat çekti.
“ Törende Uğur Mumcu ile birlikte gazeteciliğe
başladığını anlatan Sirmen, Mumcu'nun ender gazeteciler arasında olduğunu
söyledi. Devletin, Mumcu'yu koruyamadığını savunan Sirmen, "Uğur Mumcu
öldürüldüğü zaman koruması yoktu. Devlet, Mumcu'nun koruma istemediğini
söyledi. Hangi devlet, vatandaşının can güvenliğini sağlamak için vatandaşın
görüşüne başvurur? Mumcu, çok iyi bir gazeteciydi; çünkü çok sağlam hukuk
temeli vardı" dedi.”(*)
Ali Sirmen, yıllardır okuduğum,
düşüncelerinden etkilendiğim, dürüst, Uğur Mumcu gibi kalbimizde yer etmiş bir
yazardır. Laik, Demokratik Türkiye için yazdıkları yanında yaşam felsefesinde
insan odaklı görüşleriyle İnsan gibi insandır.
Ali Sirmen’in bir tümcesi beni çok
etkilemiştir. Diyor ki “Evreni kavrayan bilinciyle insanın var oluşu, evrenden
daha önemlidir”…
Bu nedenle Uğur Mumcu ödülünün Ali
Sirmen’e verilmesine çok memnun olduk.
Ali Sirmen’in 1990 yılında yayınlanmış
“Erkeklere Mahsus”(**) isimli kitabını kütüphanemde buldum. Bir daha okudum.
Her satırı ayrı, ayrı güzeldi. Ancak son günlerde 18 adamızın Yunanistan
tarafından işgaliyle ilgili tartışmalara nereden geldiğimizi gösteren bir
yazısını paylaşmadan geçemeyeceğim.
Eller…Eller…başlıklı yazısında şöyle
diyor:
“İnsanı insan yapan, yeryüzünün bu en
gelişmiş yaratığının olağanüstü evrimini sağlayan, evrenin şu ana dek
bilebildiğimiz en görkemli rastlantısını oluşturan elleridir. İnsan ayağa
dikilip, ellerini kullandığında o muhteşem serüvenin en can alıcı evresini
yaşamıştır.
El yalnız tutma organı değil, akıl
almaz bir anlatım aracıdır da…
Politikacılar da kullanıyorlar ellerini
zaman zaman. Kimi kez öfkenin, kimi kez kararlılığın simgesi oluyor eller.
Masaya indirilen yumruk, “yeter”
anlamını taşır, kararlılık gösterir.
Nitekim Perşembe günü Meclis’te bir
konuşma yapan bağımsız milletvekili ve eski Başbakan Ulusu, Yunanistan ile
ABD’nin ikili anlaşmayla Limni’nin silahlandırılmasını tescil etmelerine karşı
çıkarken, yumruğunu masaya vurmuş ve “yeter artık” diye haykırmıştır.
İyi ve kararlı bir çıkış. Bu çıkışın
Sayın Ulusu’dan gelmesi, onun mesleği gereği Ege sorunları hakkında bilgi
sahibi olması açısından da çok önemli.
Ancak.
Ancak, geçen gün Meclis kürsüsünde
yumruğunu kararlı bir şekilde kürsüye indiren kişiye, insanın sorası geliyor:
“Sayın Ulusu, o kararlılık gösteren
yumruğunuz, Yunanistan NATO’nun askeri kanadına, General Rogers’ın Muaviye’nin
hakemi Amr İbnül As’ın Hz. Ali’ye oynadığı Alicengiz oyununun benzeri bir
manevrası ile döndürülürken, neredeydi?”
Öyle ya, Türk dış politikasının son
yıllardaki en büyük ödünü, en akıl almaz gafı Özal’ın başbakanlığı sırasında
değil, Sayın Ulusu’nun başbakanlığı döneminde gerçekleşmiştir.
Ve o zaman Ulusu Paşa’nın yumruğu
masanın üstüne inmemişti.
Biliyorum, olayları yakından izleyenler
ya da izleyenlerin yazdıklarını okumuş olanlar, şimdi Ulusu Paşa’ya haksızlık
etmiş olduğumuzu, Rogers planının kabulünden onun bile haberi olmadığını, onun
bu yüzden sorumlu tutulamayacağını söyleyeceklerdir.
Belki de haklıdırlar. Ne var ki,
siyasette bu tür sorumluluktan sıyrılma olanağı yoktur. Ceza hukukunda var
olmayan objektif sorumluluk, siyasette vardır. Eğer Sayın Ulusu, o ödünden
zamanında haberdar olmamış, ya da olmuşsa bile, onu engelleyecek gücü bulamamış
ise bile bu ne yazık ki, onu da öbür sorumlular ile birlikte, tarih ve ulus
önündeki sorumluluğundan kurtaramaz…
…O günlerin çaresiz ya da habersiz elini, bugünün
kararlı yumruğuna dönüştüren güç ne ola ki?
Hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki, o gün
Türk kamuoyundan kaynaklanıyor. Türkiye’nin sorunları, tartışmanın görece de
olsa, serbestleştiği ortamlarda, çok daha iyi irdelenebiliyor. Kamuoyu,
yasaklar altında inletilmediği, görüşünü rahatlıkla açıkladığı zaman,
yöneticilerin aldatılması da kolay olmuyor. Kısacası ulusal çıkarlarımız güme
gitmiyor.
Demek ki, bazılarının sandığının
aksine, “ulusal birlik beraberlik” sloganı ile tartışmayı önlemek ulusal
çıkarlarımızı korumaya yaramıyor. Ulusal çıkarlarımız, en çok tartışmacı ve
katılımcı açık yöntemlerde kollanıp korunabiliyor.”
Bugünlerde ordumuz Afrin’de ülkemizin
sınır güvenliğini sağlamak için şehitler verirken, daha önce ulusal
çıkarlarımızın korunması için gerekenleri yapmayanların acılarını çekiyoruz. PKK’lı
teröristleri Habur’dan davul zurnayla ülkemize sokanların, peşmergeleri
Irak’tan alıp, Türkiye Üzerinden Suriye’ye sokanların, Doğu Anadolu’daki
illerde Valilere talimat verip, PKK’ya karşı yapılacak harekâtlara izin
verdirmeyenlerin, Egemenlik gücünü terörist bir örgüte teslim edenlerin bizi
mecbur bıraktığı bir harekâttır bu…
Ve PYD/PKK’yı
Fırat’ın doğusunda binlerce TIR dolusu silah ve zırhlı araçla payandalayan
ABD’nin dün Ege Denizinde, Limni’yi silahlandırırken, baskılarla Yunanistan’ın
NATO’nun askeri kanadına dönüşünü sağlarken yaptıklarının aynısını ve daha da
kötüsünü Suriye ve Irak’ta Türkiye’ye karşı yaptığını görüyoruz.
Tarih bize gösteriyor ki şaptan şeker
olmadığı gibi ABD’den de dost olmaz!...
(*)http://www.mynet.com/haber/guncel/
antalya-barosundan-ali-sirmene-ugur-mumcu
-odulu-3647895-1
(**)Ali Sirmen-Erkeklere Mahsus/Altın
Kitaplar
1990/ Sayfa: 32-33