“Çok gezen mi, çok okuyan mı bilir” sorulduğunda ben hakkımı çok yiyenden yana kullanırım her zaman.

Evet, yazım hatası yok çok yiyen bilir efendim. Yemek toplumun kimliğidir.  İçinde bulunduğunuz toplumu tarihsel kökenleriyle en kısa yoldan analiz etmek isterseniz hemen yemeklerini yemeye başlayabilirsiniz. Nasıl pişirilmiş, malzemeler nerede nasıl yetiştirilmiş, hangi tatlar kullanılmış, hiç yemedikleri yiyecekler var mıdır, yeme anındaki davranış kalıpları, günlük gıda rutinleri neler?….. Bu soruların cevaplarının her biri bize ayrı ayrı o toplumun sosyolojik bilgilerini edinmemize olanak verir. Sadece yemek yiyerek ne kadar çok bilgi edinebileceğinize şaşırırsınız. Bütün bir aile dinamiğini öğrenebilme imkanını verir yemek kültürü bize.

Yemeklerde kullanılacak materyallerin hangi coğrafyada nasıl üretildiğinden, yemeklerin pişirilme şekline kadar aslında her doku sosyoloji ile doğrudan ve birebir ilişkilidir. Bu ilişki gözle görünür derecede o kadar net ve kısadır ki örneğin inanç sistemlerinin yemek yeme alışkanlıklarını nasıl şekillendirdiği son derece açıktır. Müslümanlar domuz eti yemez, Budistler inek eti.

Çok farklı eksenlerden yeme içme biçimlerine bakarak toplumsal analizleri yapabilmemiz mümkün olabilmektedir. Mesela yemek erkek ve dişi unsurlar olarak ayrılmaktadır. Et daha çok erkek bir unsur olarak tanımlanırken sebzeler dişi olarak karşımıza çıkar.

Coğrafya yemektir mesela. Uzak doğuda neden genel olarak çiğ yemek yendiğinin antropolojik kökenlerine baktığımızda iklim çıkar kaşımıza. Aşırı yağışlı ve nemli bir bölge olması ateşin icadını geciktirmekle birlikte yanan ateşin kısa ömürlü olmasına sebebiyet vermiştir. Bu durumla direk ilişkili olarak özellikle muson iklim bölgesi toplumları besinleri çiğ olarak tüketirler.

Bazen yemek sağlığımızı da şekillendirir. Karadeniz bölgesinde guatr hastalığının yaygın görülmesinin sebebi troid salgısını engellemesi nedeniyle karalahanadır.

Yemekler toplumların belirleyici dinamiklerinden bir tanesi olmakla birlikte aynı zamanda birleştirici bir unsura da sahiptir. Bir hayal edin lütfen; tanımadığınız bir yerdesiniz ve çocukluğunuzdan kalma bir lezzetle karşılaştınız. Üstelik aynı ortamda o lezzeti bilen bir kişiye daha rast geldiniz. Ne yaparsınız? Ne tepki vereceğinizi ben söyleyeyim. Derhal kucaklaşır ve o aidiyet duygusunu iliklerinize kadar hissedersiniz. Hatta çok heyecanlı bir kişiliğiniz varsa bir iki damla gözyaşı bile dökebilirsiniz. Durun daha bitmedi. O el memleketinde karşılaştığınız kişi var ya işte o sizin uzun yıllar en iyi dostunuz olur ve bu hikayeyi de her yerde keyifle anlatırsınız.

Eğer yanınızda gezdiğiniz mekanları sizin için tanıtan bir rehberiniz yoksa ya da bir tanıtım broşürü edinememişseniz kendinizi hemen yerel bir yeme-içme mekanına atın. Geleneksel yemeklerini sipariş edin ve yiyip için. Yapabildiğiniz kadar yemekleri sorun ve sorgulayın. Restorandan çıkarken şehrin tarihi geçmişiyle birlikte tüm dokularını öğrenmiş olacaksınız.

Ne demiştik, çok yiyen bilir. O halde sloganımız belli. Geziyoruz, gezerken yiyoruz, yerken öğreniyoruz.   

Mutlu aile tatilleri…

Soru ve görüşleriniz için; @ailekarnesi