Diyanet 4 ayda 1 milyar doları harcadı...Aylık Diyanet harcaması 250 milyon dolar!  Öte yandan, 2019-2024 döneminde AKP’li başkanların ya da kayyumların idaresinde olan, son seçimde el değiştiren belediyelerin Hazine borcu dudak uçuklattı. Toplam 2,4 milyar TL (75 milyon dolar) borç devredilirken en büyük borcun Bursa’ya ait olduğu belirlendi.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, yılın ilk dört ayında 31 milyar TL para harcadığı ortaya çıktı. Diyanet’in günlük harcaması ise 265 milyon 284 bin TL’ye denk geliyor. 4 aylık harcama yaklaşık 1 milyar dolar!

Sözcü’den Deniz Ayhan’ın haberine göre; DİB’in üst düzey yöneticileri için hemen her gün etli yemek çıkıyor. Sebze yemekleri de kıymalı yapılıyor.

Diyanet’in 17 Mayıs, yani bugünkü sofrasında 'mısır çorbası, çiftlik köfte, bulgur pilavı, meyve' olacak.

PERSONEL 100 LİRA ÖDÜYOR

Yemek maliyetlerinin bir kısmı bütçeden karşılanırken, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, bir günlük yemek için 67.5 TL ödüyor.

Diyanet İşleri Başkan Yardımcıları, Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı, Diyanet Akademisi Başkanı, Genel Müdürler, Rehberlik ve Teftiş Başkanı, Strateji Geliştirme Başkanı da bu menü için 67.5 TL ödüyor.

Diyanette çalışan 4/D’li işçiler radyo tv personeli ve KOMAŞ personeli ile Başkanlık personeli 100 TL ödüyor.

Misafirler için ise yemek 110 TL.

Aşçı, bekçi, hizmetli, şoför, yönetmen, 4/B sözleşmeli personel bu yemek için 30 TL, başkanlık müşaviri, baş müfettiş, hukuk müşaviri, avukatlar da 42 TL ödüyor.

Mustafa BİLDİRCİN'in Bir Gün Gazetesi'nde yayınlanan haberine göreyse 31 Mart 2024 Yerel Seçimleri’nden önce AKP’nin ya da kayyumların elinde olan dokuz belediyenin toplam Hazine borcunun 2 milyar 468 milyon 968 bin TL olduğu tespit edildi.

AKP ya da kayyum idaresindeki dokuz belediyenin toplam 2,4 milyar TL’lik Hazine borcunun yüzde 43’ü, Bursa Büyükşehir Belediyesi ve iştiraki Bursa Su ve Kanalizasyon İdaresi’ne yazıldı. Bursa Büyükşehir Belediyesi ve iştirakinin AKP’li yönetiminin yeni yönetime 1 milyar 62 milyon 932 bin TL Hazine borcu devrettiği bildirildi.

AKP ve kayyum idaresindeki yerel yönetimlerin 31 Mart’ta yeni yönetimlere devrettiği bilançosundaki vahim tabloyu gözler önüne seren Hazine borcu verileri, şöyle sıralandı:

Batman Belediyesi (kayyum): 374 milyon 210 bin TL

Bursa Büyükşehir Belediyesi (AKP): 609 milyon 687 bin TL

Bursa Su ve Kanalizasyon İdaresi (AKP): 453 milyon 245 bin TL

Denizli Büyükşehir Belediyesi (AKP): 79 milyon 795 bin TL

Siirt Belediyesi (kayyum): 76 milyon 276 bin TL

Diyarbakır Su ve Kanalizasyon İdaresi (kayyum): 236 milyon 646 bin TL

Sivas Belediyesi (AKP): 290 milyon 839 bin TL

Yozgat Belediyesi: 19 milyon 48 bin TL

Zonguldak Belediyesi: 329 milyon 222 bin TL

Komplo teorilerine itibar edilmeli mi?

İran diktatörlüğünün önde giden liderleri mafya usulü yöntemlerle ölüyor ya da avlanıyor, öldürülmeye devam ediyor!

2020'de İran'lı general Kasım Süleymani ve İran'lı nükleer bilimci Muhsin Fahrizade İsrail tarafından öldürüldü... 2021'de İran'a ait Natanz nükleer tesisi İsrail'in bombardımanına uğradı...İsrail, 1 Nisan 2024'te İran'ın Suriye'nin başkenti Şam'daki konsolosluk binasını vurdu...Kudüs Gücü komutanlarından Tuğgeneral Muhammed Rıza Zahidi'nin de bulunduğu 7 İranlı öldürüldü... İran Devrim Muhafızları Ordusu'ndan 2'si general rütbesinde olmak üzere toplam 7 İranlı askeri danışman öldürülmüş oldu...

19 Mayıs 2024'te Amerikan yapımı Bell 212 model helikopterin düşmesiyle İran Cumhurbaşkanı Ebrahim Raisi ve İran Dışişleri Bakanı Hossein Amirabdollahian da öldü...Bu olay bir sabotaj mıydı, sabotajın ardında İran'ın can düşmanı İsrail mi vardı, yoksa sabotaj değildi de yoğun sisten dolayı helikopter dağa çarpmış mıydı? Şu anda bu soruların herhangi bir cevabı yok!

Ziya ül Hak'ın uçağının düşürülmesi olayında dört ülke şüpheleri üzerinde toplamıştı!

1988'de Pakistan diktatörü Ziya ül Hak yaygın iddialara göre uçağına yapılan bir sabotaj sonucunda ölmüştü...Bu uçakta ABD büyükelçisi ve Pakistan Genel Kurmay Başkanı da ölmüştü...1974'te Hindistan atom bombalarına sahip olunca, Pakistan'da bu silaha sahip olmak için bir  program başlatmıştı...1987'de Hindistan'ın en büyük hasmı Pakistan'da atom bombaları geliştirdiğini ilan etmişti...Ziya ül Hak'ın uçağının düşürülmesiyle ilgili olarak ABD, Sovyetler Birliği, Hindistan ve İsrail'in baş şüpheliler olduğu yaygın iddiadır...

Mollaların elleri çok kanlıdır!

19 Ağustos 1978 Cumartesi gecesi İran Şahını devirmeye çalışan Ruhollah Khomeini'nin terörist elemanları Mollaların teşvik ettiği halk ayaklanmasını, İran iç savaşını hızlandırmak, Şah'ın ülkede asayişi artık sağlayamadığını kanıtlamak, dolayısıyla Şah rejimine karşı nefret ve öfke yaratmak amacıyla İran'da bir sinemayı yaktı...377 ila 470'den fazla İranlı yanarak öldü...Güney İran'ın petrol sevkiyat limanı Abadan kentindeki Rex sinemasında o gece Masoud Kimiai'nin yönettiği "The Reindeer -  Ren Geyiği -  Gavaznha" adlı film gösterilmekteydi...

Napoleon Bonaparte 21. yüzyılın ikinci çeyreğinde dünyanın 1 numaralı ekonomisi olması beklenen Çin için neler demişti?

'Çin mi? Orada uyuyan bir dev yatıyor. Bırakın uyumaya devam etsin,, çünkü uyandığında dünyayı yerinden oynatacak'

'Çin uyuyan bir devdir uyandığında dünyayı sarsacaktır'

'Bırakın Çin uyusun, çünkü uyandığında dünyayı sarsacak'

'La Chine ? Là repose un géant endormi. Laissez-le dormir, car quand il se réveillera, il fera bouger le monde.'

'La Chine est un géant endormi, quand elle se réveillera, elle ébranlera le monde',

« Laissez la Chine dormir, car quand elle se réveillera, elle secouera le monde »

'China? There lies a sleeping giant. Let him sleep, for when he wakes he will move the world.'

'China is a sleeping giant, when she wakes she will shake the world',

‘Let China Sleep, For When She Wakes, She Will Shake The World’

*****

Gelecek yazım: Süleyman Demirel Kürtler, Yahudiler, Ermeniler ve Rumlar için neler demişti?

Süleyman Demirel Mart 1996'daki İsrail gezisinde Knesset israil Parlamentosu'nda yaptığı konuşmada Yitzhak Rabin'in 'Kim ki düşmanlarından birini dost yapmıştır, güçlü odur' sözünden övgüyle söz etti...

Süleyman Demirel: Türk İsrail işbirliği hiçbir ülkenin aleyhine değildir...İsrail bir gerçektir, bir realitedir, bir güçlü toplumdur.Ve İsrail , İsrail'den ibaret değildir, dünyayla çok irtibatı vardır...

Süleyman Demirel: 1. Dünya Savaşı sırasında, Ermeniler'in dış tahriklerle Osmanlı Devleti'ne  karşı ayaklanarak sivil halka ve devlet güçlerine karşı ağır şiddete başvurmaları  ve bunu takip eden günlerde Ermenilerin savaş alanı dışında kalan bölgelere yerleştirilmesi sırasında, her iki tarafın da önemli kayıplar verdiği tarihi bir gerçektir.Ancak bu gerçeğin göz ardı  edilerek söz konusu olayları Soykırım olarak nitelendirmek ne insaf, ne siyasi ahlak, ne hukuk ölçülerine sığar...Aradan geçen 83 yıl içerisinde bu olayların soykırım olduğunu kanıtlayacak tek bir bulgu ortaya konamamıştır...

Süleyman Demirel Hrant Dink suikasti (19 Ocak 2007) için 'Hain bir olay, adi bir cinayet' diyerek cinayeti şiddetle kınadı ve şöyle dedi: 'Bu cinayeti işleyenlerin tek hedefi vardır, dünya kamuoyunda Türkiye'yi küçük düşürmek...Yeni bir tahrikle karşı karşıyayız.Mevcut haksızlıklara, iftiralara, karalamalara yenisinin eklenmesinden endişe ederim...'

Süleyman Demirel Hrant Dink'in cenazesinde yükselen 'Hepimiz Hrant'ız, hepimiz Ermeni'yiz' sloganına gösterilen milliyetçi reaksiyona iştirak etmedi...Süleyman Demirel, bu sloganı "günün olağanüstü şartları' içinde değerlendirmek gerektiğini söyledi... Süleyman Demirel'e göre ve aslolan 'muhteşem cenaze töreninin aslında Türkiye'nin bir evladı olan Hrant Dink'e yapılmış haksızlığa cevap' teşkil etmesiydi...

Yararlanılan kaynak kitap: Demirel ; Kitabın yazarı: Tanıl Bora...

Süleyman Demirel: 'Eğer Avrupa’ya bir Kürt devleti lazımsa, onlar kendi topraklarından versinler… Hangi ülkeler istiyor ise birer parça versin; bunlar da hiç olmazsa orada bir devlet sahibi olurlar, hem de Avrupa devleti olurlar. buralarda devlet olup ne yapacaklar? (...) Bu insanların (Kürtler) o bölgede hiçbir zaman bir devletleri, hiçbir zaman toprakları olmamıştır… Hiç kimse, bu insanların geçmişte bir devletlerinin olduğu, Türklerin bu insanların devletlerini ellerinden alarak gasp ettiği gibi bir düşünceye kapılmamalıdır.'

Yahudi cemaatinin temsilcisi Bensiyon Pinto Süleyman Demirel'den toplam üç dakika süreli bir randevu aldı ve toplamda Pinto ve Demirel görüşmesi 45 dakika sürdü...

Süleyman Demirel: Anlat,cemaat nasıl?Her şey yolunda mı? Bir sıkıntınız var mı?

Bensiyon Pinto: Var efendim! Konu anti semitizm!

Bensiyon Pinto anlatıyor "Süleyman bey koltuğunu çekti ve karşıma oturdu...'Anlat,' dedi...Her şeyi dinledikten sonra Süleyman Demirel 'Bak, 1934'te (Trakya olayları), 1940'larda (1942 Struma faciası ve Varlık vergisi), 1955'te (6-7 Eylül yağma, talan, pogrom,linç olayları) olanlar bu memlekette bir daha olmayacak.Sana bu güvenceyi ben veriyorum.'

*****

1907'de Malta'dan Kıbrıs'a giden Churchill'i büyük bir Rum kalabalığı karşıladı...Rumlar Kıbrıs'ın İngiltere tarafından Yunanistan'a verilmesini istediler...1914'te Churchill İngiltere, Fransa, Rusya, Sırbistan ile birlikte savaşa girmesi karşılığında Yunanistan'a ödül olarak İstanbul'un vaad edilmesini İngiliz savaş hükümetinde gündeme getirdi; önerdi...Rus hükümetiyse İstanbul'un Yunanlıların değil Rusların hakkı olduğunu İngilizlere bildirdi...1945 Yunanistan ziyaretinde Başpiskopos Damaskinos Churchill'e 'İstanbul Yunanlıların olmalı' diyecekti...Churchill bu kez 'O rüyayı kafanızdan atın' cevabını verdi...24 Temmuz 1945'te Churchill Stalin'in İstanbul ve Çanakkale boğazlarında Rus askeri üssü kurma talebini de reddetti...

*****

Hrant Dink 1.500.000 Ermeninin Suriye çöllerine sürgüne gönderilmesi için şöyle yazdı:

'Tarih, 24 Nisan 1915'in şafak vakti. Özellikle İstanbul'daki Ermeni aydınlar, yazarlar, sanatçılar, öğretmenler, avukatlar, doktorlar, mebuslar teker teker alınırlar evlerinden. Götürülürler...
Ve bir daha da geri dönmezler. İşte, birkaç gün sonra bütün Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde gerçekleştirilen 'tarihsel Ermeni dramı'nın başlangıcıdır bu tarih. Kim nasıl anlayabilir bunu bilemiyorum ama hem Ermeni olmak, hem Türkiyeli; hem 23 Nisan'ı yaşamak bütün coşkusuyla ve ertesi günün bir parçası olmak bütün hüznüyle...'

Hrant Dink: 

'Fransız Senatosunun kararı mı? Amerikan Senatosu’nun kararı mı? Kim reçeteyi verecek, kim bizim doktorumuz? Ermeniler Türklerin doktoru, Türklerde Ermenilerin doktoru. Bunu dışında, doktor, ilaç, hekim yok. Diasporaya sesleniyorum, Ermenilere şunun için sesleniyorum. 1915’ e takılıp kalmayın. Orada artık bir Ermenistan gerçeği var. Kendi soyunuzun, halkınızın gerçeğini düşünüyorsanız, bakın ki sizler de bizler gibi bu iki toplumun birbirleriyle nasıl barışık yaşar bunun için çaba sarf edesiniz.'

*****

Yaygın iddiaya göre Hitler 1930'ların sonunda Avrupa, Asya ve Afrikadaki 11 milyon Yahudiyi kitle imha listesine aldırdığında müritlerine "Ermenileri Osmanlı cezalandırmıştı...Bugün cezalandırılan Ermenileri kim hatırlıyor ki?" demişti...

Franz Werfel de en ünlü romanı The Forty Days of Musa Dagh'da (1933) Almanya ve müttefiki Osmanlının 1915 döneminde isyan çıkaran Ermenilere ceza verirken Osmanlıya karşı isyana dahil olmayan Ermenileri de en ağır şekilde cezalandırdığını iddia etmiştir...

'Musa Dağ’da 40 Gün' dönemin en büyük film şirketi Metro Goldwyn Mayer’in yapımlarının başındaki Irving Thalberg tarafından dev bir prodüksiyona dönüştürülecekti…Clark Gable’ın baş rolünde olacağı 'Musa Dağ’da 40 Gün' filmini Washington Büyükelçimiz Mehmet Münir Ertegün durdurmuştu!

1934’ten 11 Kasım 1944’te kalp krizi geçirerek vefat edene kadar 10 yıl boyunca Washington’da Türkiye Büyükelçiliği yapan Mehmet Münir Ertegün (1883 doğumlu; Lozan Anlaşmasını yapan Türk heyetindede görev almıştı) etkili ve sıcak kanlı kişiliğiyle 1932, 1936, 1940 ve 1944’te ABD Başkanı seçilen (dört kez ABD Başkanı seçilen tek ABD vatandaşı olan) Franklin Delano Roosevelt’e (1882-45) yaklaşarak, ABD’nin en güçlü kişisiyle dostluk kurmayı da başaracaktı…

Mustafa Kemal Atatürk’ün büyükelçisi olduğu dönemde Mehmet Münir Ertegün kişisel girişimleriyle, Anadolu’daki 1915 Ermeni kıyımlarını konu alan Franz Werfel’in (1890-1945) “The Forty Days of Musa Dagh-Musa Dağ’da Kırk Gün” (1933) adlı romanının beyazperde haklarını yirmi bin dolara satın alan o dönemin en büyük film yapımevi ve dağıtımcısı Metro Goldwyn Mayer’in (şirket Yahudi asıllı Amerikalılar tarafından yönetilmekteydi) romanı o dönemin en büyük film yıldızı Clark Gable’ı baş rolde oynatarak dev bir film prodüksiyonuna dönüştürmesini durduracaktı…

Clark Gable, 'It Happened One Night-Bir Gecede Oldu”daki (1934) oyunculuğuyla OSCAR kazanmış ve 'Mutiny on the Bounty-Denizde (Bounty’de İsyan) İsyan' (1935) ve 'Gone with the Wind-Rüzgar Gibi Geçti'yle de (1939) OSCAR adaylığına ulaşmıştı…

Yazarı Yahudi olduğu için Adolf Hitler’in Almanyasında yasaklanan 'Musa Dağ’da Kırk Gün' 1934’ten itibaren ABD’de çok satan roman haline dönüşmesine rağmen Metro Goldwyn Mayer, Washington’da Mehmet Münir Ertegün’ün temsil ettiği Mustafa Kemal Atatürk Türkiye’sinin ricalarını kırmayarak 1936’da 'Musa Dağ’da Kırk Gün”ü beyazperdeye uyarlamayacağını ilan etmişti…Hem de bizzat bu film stüdyosu'nun İmparatoru Louis B. Mayer'in açıklamasıyla...

Metro Goldwyn Mayer 'The Forty Days of Musa Dagh-Musa Dağ’da Kırk Gün' ün senaryosunu 20. yüzyılın en iyi senaryo yazarlarından birine (Carl Foreman) yazdırdı...Foreman Hollywood'daki Komünist avından olumsuz etkilense de efsaneleşmiş filmlerle birlikte anılacaktı 20. yüzyılda...Bunlar arasında The Men (1950),Cyrano de Bergerac (1950), High Noon (1952), The Bridge on the River Kwai (1957), The Mouse That Roared (1959), The Guns of Navarone (1961) Young Winston (1972) bulunuyor...

Birleşmiş Milletlerin kurulmasıyla sonuçlanan San Francisco Konferansı (25 Nisan 1945 – 26 Haziran 1945) esnasında konferansı düzenleyenlere Mayıs 1945'te Dünya Ermeni Komitesi tarafından gönderilen memorandumda 1915'te Türklerin Ermenileri kesip biçtiği iddia edilerek Doğu Anadolunun büyük bölümünün Türkiye'den alınarak Sovyetler Birliği Ermenistanına bağlanması gerektiği ilan edildi...ABD'nde yaşayan Ermenilerin temsilcisi olan pek çok kuruluş bu bildiriye destek çıktı ve aynı görüşte olduklarını duyurdu...(Bakınız: Cumhuriyetin Dış Politikası adlı kitap İş Bankası Yayınevi; Yazan: Hazal Papuççular)

*****

Barış Şehidi : Yitzhak Rabin

Filistinlilerin devlet kurmayı umduğu bu topraklarda şu anda en az 700 bin Yahudi yerleşimci var...Yahudilerin büyük çoğunluğu Filistin topraklarının kendilerine bizzat Tanrı tarafından verildiğine fanatik bir şekilde inanıyor...Karşı herhangi bir görüşü reddediyor...Filistin topraklarında tek bir Filistinlinin bile kalmamasını da isteyenler yine aynı kişiler...Netanyahu dahil herhangi bir İsrailli siyasetçi Filistin devletinin kurulmasını destekleyecek olsa sonu fanatik bir Yahudi terörist tarafından öldürülmek olacak.Konuştuğum Yahudilerden aldığım izlenim budur...Netanyahu dahil  herhangi bir İsrailli liderin barış güvercini rolünü üstlenmesi gerçekten çok zor...Çünkü bu ülkede yaşayan ve barış güvercini rolünü üstlenmeye kalkışacak siyasetçiyi anında öldürebilecek kadar fanatik ve bağnaz silahlanmış radikal siviller var...İsrail başbakanı Rabin aşırı milliyetçi faşist bir Yahudi tarafından 4 Kasım 1995'te öldürüldü...Bar İlan Üniversitesi’nde hukuk okuyan aşırı sağcı dinci-milliyetçi 25 yaşındaki Yigal Amir Tel Aviv’de bir barış yanlısı protestoya katılan Rabin’i vurdu ve başbakan o gün öldü. Rabin’in cebinde İsrail Barış hareketinin şarkısı Shir LaShalom’un (Barış Şarkısı) sözleri vardı. Rabin’in öldürüldüğü meydan onun anısına adlandırıldı...İsrailli Yahudilerin büyük bölümü Filistinlilerin Türkiye, Mısır, Ürdün gİbi ülkelere göç etmesini ve gönüllü olarak Filistin topraklarını terk etmiyorlarsa, İsrail ordusunun silah zoruyla, öldürme tehdidiyle Filistinlileri göç etmeye zorlamasını istiyor...Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi de dahil olmak üzere uluslararası toplumun çoğunluğu, yerleşimleri uluslararası hukuka göre yasa dışı olarak görüyor. İsrail ise buna itiraz ediyor.İsrail Parlamentosu Knesset Filistin devletinin kurulmasını birkaç kez reddetmiş bulunuyor...Rabin gibi Filistin devletini savunan İsrailli siyasetçiler ise ne yazık ki fanatik Yahudilerce öldürüldü...

1948 Bağımsızlık Savaşı’nda aktif yönetim rolü oynayan Rabin 50’ler boyunca İsrail Savunma Kuvvetleri’nde (IDF) önemli bir kişi oldu ve 1964’te IDF Genelkurmay Başkanı oldu. 1967 Savaşı’nda IDF onun yönetimindeydi. Emekli olduktan sonra beş yıl boyunca ABD’ye büyükelçi olarak atandıktan sonra 1973 yılında ilk defa Knesset’e seçildi.

Kısa bir koalisyon hükümetinde Çalışma Bakanı olarak görev alan Rabin 1974’te İşçi Partisi başkanlığı için Shimon Peres’i yendi ve Başbakan olarak hükümet kurdu. İsrail doğumlu ilk başbakan olan Rabin’in ilk hükümeti İsrail tarihinde dinci partileri dışarda tutan ilk hükümetti. Ayrıca ilk kez bir İsrail hükümeti Arap çoğunluklu bir partiyi dahil etmişti. Başbakanlığı boyunca ABD ile ilişkiler kötüleşti ve 1977 yılında Menahem Begin liderliğindeki Likud İsrail tarihinin ilk sağcı hükümetini kurdu.

Rabin 1984-1990 arasında birçok milli birlik hükümetinde Savunma Bakanı olarak görev alan Rabin Batı Şeria Filistinlilerine karşı sert politikalar getirdi, Birinci İntifada boyunca protestocuların darp edilmesini onayladı. Askeriyeden yükselen Rabin’i bir pasifist veya her dönem Filistinlilerle anlaşmaya yanaşan bir figür olarak anlatmak yanlış olur.

Rabin’in hatırlarda kalan ve dünyaca ünlü yapan dönemi ise 1992 yılında başbakanlığa geri dönüşüdür. O yıl İşçi Partisi liderliği için tekrar Shimon Peres’i yenen Rabin seçimi kazanarak 1977’den beri ilk sol hükümeti kurdu. IDF’i yönetmiş, siyasi kariyeri boyunca Filistin’e karşı silahlı kuvvet kullanmaktan çekinmemiş olan Rabin’e halkın güvenlik konusundaki desteği yüksekti.

Bu sayede 1993 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü (PLO) gizli görüşmeler başlatabildi. Bu görüşmeler sonucunda imzalanan Oslo Anlaşması ile İsrail ve Filistin Milli Otoritesi birbirlerini tanıdı, PLO Başkanı Yaser Arafat şiddetsiz siyasete geçtiklerini ilan etti ve Filistin Milli Otoritesi Gazze ve Batı Şeria’da bir seviye kontrol elde etti. Anlaşmada Yeruşalayim gibi birçok karmaşık konunun sonra tartışılması öngörülüyordu. Bu anlaşma ile iki devletli barışa doğru ilk kez ortak bir yol çizilmişti. Oslo’ya karşı olan Hamas İsrail’de intihar bombası saldırıları başlattı. İsrail sağcıları tarafından şiddetli protestolarla karşılanan Rabin ,Arap partilerin desteği ile hükümeti sürdürdü. Plana karşı çıkan sağcı Amerikan Yahudilerini de cüretkarlıkları (hutzpa) için eleştirdi.

Rabin, Arafat ve Cumhurbaşkanı Peres Oslo için 1994 Nobel Barış Ödülü’nü paylaştı. Ancak İsrail toplumunda Oslo büyük bir ayrım olmaya devam etti. Özellikle geleceğin başbakanı ve dönemin Likud lideri Netanyahu, Rabin’i Yahudi değerleri ve geleneğinden uzaklaşmakla suçladı. İsrail sağı halkı galeyana getirmeye çalıştı, barış karşıtı protestolar düzenledi ve işgal altındaki toprakların iadesini ‘Yahudi toprağını terk etmek’ olarak göstererek Rabin’i ülkeye ihanetle suçladı.

Bu sert suçlamalar bir aşırı milliyetçi faşist Yahudi’yi suikasta sürükledi. Bar İlan Üniversitesi’nde hukuk okuyan aşırı sağcı dinci-milliyetçi 25 yaşındaki Yigal Amir Tel Aviv’de bir barış yanlısı protestoya katılan Rabin’i vurdu ve başbakan o gün öldü. Rabin’in cebinde İsrail Barış hareketinin şarkısı Shir LaShalom’un (Barış Şarkısı) sözleri vardı. Rabin’in öldürüldüğü meydan onun anısına adlandırıldı.

Bu suikast İsrail toplumunda barış konusundaki derin anlaşmazlıkları ve İsrail siyasetinin faşist kanadının teşkil ettiği tehlikeyi belirginleştirdi. Rabin’den itibaren iki devletli barış şansı giderek azalmakta ve İsrail hükümetleri 1993’te söz verdikleri barışı getirmekte olabildiğince hareketsiz. Özellikle Netanyahu hükümetleri altında Batı Şeria’da yerleşim inşaatı arttı ve hızlandı. Rabin’den sonra İşçi Partisi bir daha aynı olmadı. İsrail’in kurucu partisi olan İşçi partisi bugün Knesset’teki en küçük partilerden biri. Bu gelişmeler Rabin’in vizyonu olan iki devletli çözümü daha da zorlaştırıyor. Tarihin ‘büyük adamların’ kararlarının toplamından fazlası olduğunu biliyoruz ancak Rabin’in faşistler tarafından katledilmediği bir gelecekte bugün bağımsız bir Filistin ve barışçıl bir İsrail’in komşu olarak yaşadığını hayal etmek mümkün. Bu vizyonun giderek imkansızlaştığı bu günlerde Rabin’i anmanın belki de en etkili yolu onun barış vizyonunun nasıl hala hayata getirilebileceğini düşünmek.

https://www.avlaremoz.com/2019/11/04/fasist-kursunuyla-oldurulen-lider-yitzhak-rabin/