Herhalde, toplumların en çok istediği, huzur içinde bir yaşam sürmektir. Çağa ayak uydurmayı başarmış ve ekonomik sorunlarını aşmış ülkelerin huzurlu olduğu hep dile getirilir.

    Bu ülkelere, gelişmiş ülkeler de deniliyor. Daha sonra bazı ülkeler, az gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ve gelişmemiş ülkeler şeklinde adlandırılıyor. Bir ülkenin gelişmişliği, vatandaşlarının refah düzeyiyle, yaşam standartlarının seviyesi ile ve de özgürlükleriyle ölçülmeli.

 

    Bazen 1940’lı yıllara kadar olan eski resimlere bakıyorum. Özellikle kadınların kıyafetleri fazla açık saçık değil. Yeterince tesettürlü bir giyim kuşam içindeler. Kapanmada veya açılmada aşırılık yok. Fotoğraflarda çok lüks binalar, akıllı telefonlar, gelişmiş araçlar da yok. Ama yüzler gülüyor, huzurlu oldukları fotoğraflara yansımış.

 

    Zamanla modern dünyayı tanımaya başlamışız ve isteklerimiz artmış. Demek ki bizim milletimiz, batı ile Orta doğu kültürleri arasına sıkışmış bir anlayış ve taklitler arasında kalmış. Her bölgede ayrı ayrı alışkanlıklara, kültür farklılıklarına rastlayabiliyoruz. İşte tam bu farklılıkları saygıyla karşılamadığımız zamanlarda huzursuzluklar ortaya çıkıyor.

 

Son yıllarda, İran’daki Humeyni devriminden başlayarak, Irak ve Suriye’deki olan bitenden etkilenerek, ülke olarak tedirginlikler yaşamaya başladık. Hükümet olanların bu gelişmeler karşısında yürüttüğü politikaları eleştirmenin artık faydası olmayacağına göre, biz bu günlerdeki huzursuzluklara değinelim.

 

    PKK, PYD, DEAŞ gibi terör içerikli yapılanmalardan huzursuz olduğumuz yetmemiş gibi Suriyelilerin ülkemize akını iyiden iyiye huzursuzluğumuzu arttırdı. Artık Hatay, Gaziantep gibi illerimizde adeta işgalci olmuşlar. Suriyelilerin verdiği huzursuzluk yetmezmiş gibi şimdide Afganistanlılar gündeme geldi.

 

    Tarihimizde mübadeleler olmuş, batı Trakya dediğimiz Bulgaristan ve Yunanistan Türkleri ana vatan bildikleri soydaşlarının yanına gelmiş ve huzursuzluk yaşanmamış. Turizm sayesinde turistik bölgelere Alman, İngiliz ve de Rus yerleşmeleri oldu. Yine huzursuzluk yaşanmadı ve de bu insanlar mülk aldılar yerleştiler. Yani ülkeye yük olmayıp ekonomik katkı yaptılar.

 

    Afgan halkı deyince, sanki tek bir halk gibi görüyoruz. Afganistan’da geçmişten bu yana Özbek, Türkmen, Tacik, Hazara, Peştun, olarak aşiretler ve kavimler yaşar. Halkın çoğunluğu Peştunca konuşur ve yöneticiler Peştunlardan olmuştur. Bu halk gruplarının önemli bir kısmı medrese eğitimi almıştır. Afganistan’da eğitim düzeyi yok gibi, Bazı araştırmacıların tespitlerine göre, okuma yazma oranı erkeklerde % 20 nin altında, kadınlarda ise %1lerde. Afgan halkı medeniyetten uzak kalmış. Batılı ülkeler ve ABD, yıllardır bu anlamda herhangi bir katkı yapmamış. Sadece Bir kısım Taliban askerlerini kullanmış ve kıymetli madenleri çıkarmakla uğraşmış.

 

    Şimdi bizleri bekleyen bir huzursuzluk daha kapımıza dayandı. Adı, Afgan göçü. Bu düzensiz kaçak girişlerde, hangi kavim veya aşiretler var, ne amaçla ülkemize giriyorlar daha anlayamadık. Suriyeliler ve de Afganistanlılara sorulduğunda, batının gelişmiş ülkelerine gitmek için Türkiye’yi koridor olarak kullandıklarını söylüyorlar. İnanalım mı? Medeniyetle tanışmamış, insanca yaşamaya alışmamış bu düzensiz kaçak göçlerden nasıl kurtulup, huzur buluruz bilemiyoruz.

 

    On puanlık soru ise, bizi yönetenler biliyor mu?