‘Lideri olduğum ülkenin iki alfabesi, üç ana dili, dört dini, beş milliyeti, altı cumhuriyeti var, yedi ülkeyle komşu ve sekiz alt kimliği var!’ Mareşal TİTO

    Ya işte böyle..

    Yugoslavya, 1918 den sonra kurulmuş bir garip ülkeydi. Aynen yukarda tarif edildiği gibi. Büyük Savaşın (1914-18) galipleri dünyaya yeniden bir şekil verme çabası içindeydiler. Bu Balkan coğrafyası öteden beri baş ağrıtıyordu.

    Sırplar ‘Büyük Sırbistan’,

     Bulgarlar, ‘Büyük Bulgaristan’,

     Yunanlılar, ‘Büyük Yunanistan’ peşindeydiler.

     1919 barış görüşmelerinde Batılılar bunlara; ‘lan oğlum küçücük bir Balkan coğrafyası bu kadar  çok

    -büyük şeyi- ne yapacaksınız. Çizdiğimiz sınırlar içinde bir eyleşin hele!’ demişler ve zılgıtı çekmişlerdi. Yugoslavya işte böyle bir devlet olmuştu, adeta tiyatro dekoru gibiydi, başına da bir Kral geçmiş oturmuştu.

    Ne oldu şaşırdınız mı? Geçen hafta Fransa, bu hafta Eski Yugoslavya… Avrupa turundayız.

    Yine de 1941 e kadar ite kaka gelmişti bu yeni devletçik, ülkenin hakim unsuru Sırplardı, onları az farkla Hırvatlar izliyordu, sonra da Slovenler, Bosna tarafında ki Müslüman ahalinin ise ne siyasi, ne sosyal ne ekonomik, nede askeri yapı üstünde herhangi bir etkisi yoktu. Ne var ki alman yanlısı Kral hazretleri İngiliz yanlısı bir general tarafından darbeyle -hal- edilince Hitler olanca gücüyle bu kuru aşure gibi duran devletin üstüne çullanmıştı.

    Aslen bir Hırvat olan TİTO, işte burada devreye giriyordu. Günü gelmiş Amerikan-İngiliz ,günü gelmiş Stalin yardımlarıyla ayakta kalmış ve çok kanlı bir direniş savaşı vermişti. İşin doğrusu çok da başarılı olamamıştı. 1945 geldiğinde Almanya’nın nefesi tükenmişti. Ortağı İtalya zaten ta 1943 de cızlamı çekmişti. Şimdi mesele şuydu; TİTO, yeni kurulan Avrupa da hangi blokta yer alacaktı?

     Stalin yanlısı mı, yoksa Batı yanlısı mı takılacaktı. Adamımız Stalin’in çoktan kafayı kırdığının farkındaydı, öte yandan Batı blokunun kahpeliği konusunda hiçbir şüpheye yer yoktu. İkisinin ortasında kalmak en iyisi olurdu.

    TİTO bunu başarabilecek bir yöneticiydi,  çok kanlı ve zor bir yurt savunmasında çoğu bir diğerine benzemez etnik grupları bir arada tutabilmişti, zaman kutuplaşma değil bir arada durma zamanıydı. O kanlı savaşlarda hayatını defalarca tehlikeye atmıştı. Ve çünkü her şeyden önce zır cahil bir dallama değildi.

    Dünyayı okumasını biliyordu, kör sezgilerle değil, bilim ve ilim ile konuları inceliyordu. Ülkede sağ duyulu bir sosyalist sistem kuracaktı. Ama bir sorun vardı..

    Sırplar öteden beri eşkıyalık işini meslek edinmişlerdi, yani diğer gruplarda geri kalmıyordu ama Sırplar şampiyonluğu kaptırmamışlardı. Savaşın o puslu günlerinde ise işi azıtmışlardı. TİTO buna izin veremezdi. Artık gangster olarak anılan bu güruha bir mesaj yollayacaktı. Yugoslavya içinde en ufak bir faaliyetlerinde onları öyle fena yapardı ki öz anaları bile adamları tanıyamazdı. Bir kaçı şansını denemiş ama layığını da bulmuştu. Belgrad merkezleri olabilirdi, ancak tüm yasa dışı faaliyetlerini yurt dışında yapacaklardı. İçeri yalnızca para yollayacaklardı. Resmi makamların haberi olmadan ülkeye giriş yapanın tek çıkışı cehennem olacaktı.

    Ülkede çok fazla gangster olabilirdi ama ülke gangsterlerin olamazdı. Aynen değerli maden gibi hepsi ihraç edilmişti. Netice de iyi bir gangster de ülkenin milli hazinesinden sayılabilirdi.

    Yeter ki ülke içinde huzuru bozmasın. Batının zenginliği turistler sayesinde Adriyatik kıyılarına akıyordu. Stalin sonrası Sovyetlerle makul bir anlayış içinde ilişkiler yürütülüyordu. Amerikan Dolarları aktığı sürece TİTO ve ülkesi Sovyet blokundan uzak duracaktı. Washington bu vaziyette bir sorun görmüyordu eğer birkaç Sırp çetesi Amerika da biraz yaramazlık yapmak istiyorsa bırakınız yapsınlardı, Amerika da kimler suça karışmıyordu ki..

    Bunun karşılığında Yugoslavya Sovyet blokundan uzak kalacaksa bu, katlanabilecekleri bir bedeldi.

    Derken yerimiz bitti.

     Haftaya devam ederiz artık.