ABD Başkanı
Wilson için 1919-VERSAY barış görüşmelerinde söylenen…
Önce geçen
hafta ki yazıma ‘aaa’ diyen ve kostak-kostak dolaşan Avrasyacı tosuncuklara iki
çift lafım var;
Evet, çocuklar Stalin o günlerde angut bir
lavuktu, paranoyaklık hali tahammül edilmez bir hale gelmişti. Her bir haltı o
bilirdi, ülkesinin başyargıcı, savcısı, komutanı, rektörü, doktoru, her şeyinin
kendisi olduğuna inanıyordu. Bu dediklerim, onun bir başka boyutunu gölgelemez
ama kabul edin ki adamınız 1945’ten sonra cidden fikri firar hale gelmişti.
Sonra, evet,
arkadaşlar, Montreux üstünde etmediğimiz laf yok ama bu sözleşmenin ömrü 20 yıl
o da ben dört yaşındayken, 1956’da bitmiş. Sözleşmenin açık maddesine göre
imzacılardan biri talep ederse ‘masa’ yeniden kurulacak. Bu, bu kadar basit.
Peki neden
bugüne kadar hiç dokunulmadı?
Niye imzacı
devletlerden hiçbiri böyle bir şey talep etmedi?
Anlatalım:
Zamanı biraz
geri saralım; 1830’ların içindeyiz. İngiltere Napolyon belasından kendini artık
kurtarmış vaziyette ve bu zaferin mimarı Lord Wellington da zaten Başbakan.
Şimdi dünya hakimiyeti mücadelesinde asıl düşmanın kim olduğuna karar
verilecek; Fransa mı?
Yoksa
Rusya mı?
Wellington
dünkü çocuk değil, Rusya olduğuna kanaat getiriyor. 19. asrın sonunda, İngiliz
İmparatorluğu denizlere hâkim, dünyanın yaklaşık dörtte birini ya yönetiyor, ya
kontrol ediyor. Ama ufukta demiryolu denen bir başka ulaşım sistemi devreye
girecek gibi, e öyle olunca da denizlerin önemi azalacak, öyle ya sen
gemilerine asker, yük falan yükleyip her türlü hava şartlarında bir yerden yere
giderken el oğlu rayı döşediği gibi mesela Berlin’den Bağdat’a oradan İngiliz
İmparatorluğu’nun incisi Hindistan’a uzanıvermiş…
Beri yanda
Rusya İngiliz çıkarlarının iki zayıf noktasını her an tehdit edebilir duruma
gelmeyi amaçlıyor, Trans Sibirya demiryolu ile Uzak Asya ve Balkanlar üstünden
İstanbul…
Ne var ki
Rusya geri kafalı bir tek adam rejiminin içine sıkışmış kalmış vaziyette, ülke
bir türlü beklenen atılımı yapamıyor çünkü Çar denen şavalak, tipik bir tek
adam rolünde her şeye maydanoz…
Ama Londra bu
işin sonsuza dek böyle sürmeyeceğinin de farkında.
Uzak Doğuda
Japonya iyi bir ortak olmaya amade görünüyor, Rusya’yı orada denetleyebilir velakin
İstanbul öyle değil, Rus ordularına çok yakın ve İstanbul da ki idare çok
çapsız. Rusya, Osmanlı topraklarında ki Ortodoks azınlığı korumak için de bir
sürü imtiyazı koparmış vaziyette… Yani istediği an bir hır çıkarıp payitahta
dalabilir. O İstanbul ki, hem kuzey-güney çıkışını ve hem de Doğu-Batı aksı
üstünde ki ekonomik faaliyeti kontrol edebilen yegâne yer… alternatifi yok!
Uzun lafın
kısası; Rusya, Londra ve Paris’in ayak oyunları ile Büyük Savaşın bitimine dek
İstanbul’dan uzak tutuluyor. Savaş bittiğinde ise ülkeye yeni bir rejim hâkim:
Komünizm. Ne var ki Ruslar da öyle Orta Doğulu kabile devletleri gibi akşamdan
sabaha fikir değiştiren bir ırk değil, Çarlar ne istiyorsa Komünistler de aynı
şeyi istiyor, e, üzerine biraz kardeşlik, barış sosu dökerek elbette.
O zor
günlerde Balkanlar ve Orta Doğu coğrafyasında bir tek Türkiye 1922 de kendi
sınırlarını, kendi iradesiyle çizebiliyordu. Geri kalan tüm komşu ülkelerin
sınırları Londra ve Paris ve şimdi işe giderek teşni olan ABD içinde
belirleniyordu.
Gelelim
Montreux Sözleşmesi’ne ve imzacılarına… Sovyetler Birliği imzacı idi artık
mevcut değil, evet, Rusya da aynı hedeflerin peşinde ama siyasi olarak
Sovyetler yok, ne var ki Putin bu anlaşmanın kendi çıkarlarına hizmet ettiğinin
farkında… oyunbozanlık yapmaz.
E, diğer
imzacı Japonya’ya sorsak ’lan oğlum gidin işinize’ der mi? Der.
Bir başka
imzacı Yugoslavya da artık mevcut değil. Bulgaristan ve Romanya artık eskiden
olduğu gibi Moskova’daki abileri ne derse onu yapan rejimler değil, tamamen
Batı ile aynı çember içinde yer alıyorlar.
Yunanistan
desen, hangi durum Türkiye’yi zora sokacaksa o hali tercih edecektir. Yani
abileri derse ki ‘Montreux olduğu gibi kalsın o zaman Türkiye’nin başı dertte’,
o hali seçer. Ve elinden gelen her türlü marazayı çıkaracaktır. Derlerseler ki
‘Montreux değişsin!’ o politikayı seçer. Atina için esas mesele, komşusunun zor
duruma düşmesidir.
E geride kim
kaldı Londra ve Paris, ha bir de Roma, e zaten bugün Roma ile başka bir konuda
papaz olduk. Londra ve Paris ise Washington’a bakıyorlar tuhaf ama dünya
denizlerini kontrol eden ABD’nin burada hiç söz hakkı yok, ne ilk anlaşmanın
imzacılarından, ne Karadeniz’e sahili var… Bütün yapması gereken Romanya’nın veya
Bulgaristan’ın kulağına ‘bir şeyler fısıldamak’. Bu ülkeler hem Karadeniz
sahildarı, hem de Montreux imzacıları…
Buyrun buradan yakın!