Başlığa bakıp da şaşırmayın, bahse konu basın Fransa’da, sene 1940’a ait.

    Fransa, 1940 yılında Alman orduları tarafından ezilircesine yenildikten sonra ortaya garip bir durum çıkmıştı. Hitler ülkeyi haritadan silmek niyetinde değildi. (Oysa mesela Polonya, Avusturya, Çekoslovakya silinmişlerdi) kendi kafasına göre hayal ettiği Avrupa’da Fransa var olmalıydı. Beri ya da Fransızların da aklı karışmıştı. O günlerde içinde bulundukları rejim ve hükümet sistemi 3. Cumhuriyet dedikleri siyasal bir düzenin eseriydi.1940 Haziran ayının son günlerinde ki yenilgi kesinleşmişti toplanan Meclis, 3. Cumhuriyeti kendi elleriyle toprağa gömecekti. Utanç verici mağlubiyetin sorumluluğunu kimse üstelenmek istemiyordu. O halde yeni bir politik bir sistem yaratılmalıydı. Mareşal Petain, Büyük Savaş yıllarının efsane komutanıydı. Fransa da ve dünya da saygınlığı çok yüksekti. Meclis ani bir karar ile tüm yetkiyi bu adama devir etmişti. Petain Devlet Başkanı sıfatıyla hükümet ve meclisin tüm yetkilerini kullanacaktı. Yeter ki iş daha da sarpa sarmasın.

    İyi de daha nasıl daha fazla kötüye gidecekti ki. Almanlar çoktan Paris sokaklarında dolaşıyordu. O günlerde Londra, BBC radyosunda cılız bir ses; ‘Fransa bir muharebeyi kaybetti, savaşı değil! Devam edeceğiz’ diyordu. Ancak onu dinleyenlerin sayısı çok azdı, zaten çok dinleyeni de olmamıştı.

    General De Gaulle sırasını beklemek zorundaydı. Şimdi sahnede bir zamanlar -baba- gibi sevdiği ve 1940’ın o sıkıntılı yaz aylarında yollarını ayırmak zorunda olduğu eski komutanı vardı. Philip Petain.

    Almanlar, öyle mal bir işgalci değildi. Paris, onların da diğer Avrupalılar gibi hayran olduğu ışıklar şehriydi. Hitler her ne kadar sert oynuyor ise de Fransız ‘işbirliğini’ çok önemsiyordu.

    Yağma, talan katiyetle yasaktı.

    İşte böyle bir ortamda Fransız basını ne halt ediyordu. Önceleri onlar da şaşırmıştı bu ani yenilgiye. Daha düne kadar ‘Berlin’e’ başlıkları atan gazeteler ve yöneticileri şimdi kime yanaşacaklardı. O günlerin Fransız medyası -yalamalık- sanatının kitabını yazacaktı. Ve hele Paris basını bu konuda şampiyonluğu kimseye bırakmayacaktı.

    Almanlar, Fransız gazete okurunun tüm alışkanlıklarını iyi biliyordu. Hele Gobels’in adamları bu işte çok ustaydılar. Paris de tüm gazeteler aynı şekil ve düzende çıkmaya devam edecekti. Yazarlar köşelerini koruyacak (Yahudiler hariç) ve gazeteler her türlü anlayışı ve yardımı muzaffer Alman milletinden talep edebilecekti. Başta kağıt, mürekkep ve kurşun olmak üzere her şey Almanların kontrol ettiği bir organizasyon üstünde gelecekti.

  E, yani bir şeyler yazdıklarında Almanlar ve Hitler için iyi bir şeyler yazsalar fena olmazdı.

    En ilginç olan ise, hani bugünlerde ‘merkez medya, amiral gemisi’ falan deniyor ya... İşte öyle bir gazetenin tüm üst kadrosu ve patronları Paris işgal edilince kaçıp gitmişlerdi. Gazetenin sorumlu yöneticisi olarak geride kalan TEK kişi yaşlı bir adamdı. Ve gazetedeki son görevi BEKÇİLİKTİ. Kural düşkünü Almanlar bakmışlardı ki gazetenin idarecisi olarak bir tek bu -mösyö- var, oturup onunla konuşmuşlardı. Gazete yeniden çıkmalıydı, bunun tüm Fransız halkı için anlamı büyüktü. Fransa da her şey eskiden olduğu gibi görünmeliydi, millet bir işgal altında olduğunu unutmalıydı. Zaten barış anlaşması imzalanınca Alman askerleri evlerine geri dönecekti.

    Uzun-uzun adamla konuşmuşlar ve onu ikna etmişlerdi. Ve üstelik şimdi gazetenin eski BEKÇİSİ yeni bir unvana sahip olacaktı; YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ ve Editörüydü. Konforlu bir ofisi ve masası olacaktı, sekreterleri falan, kimi isterse işe alabilirdi. Yeter ki gazetenin künyesinde yer alsındı. Adama bol sıfırlı bir maaş ve ek bir sürü olanak sağlanmıştı.

    Eski yazarların neredeyse tamamı yeniden köşelerini ıvır-zıvırla doldurmaya başlamışlardı. İşin ilginç olan yanı bu adam bir hayli başarılıydı. Savaşın sonuna kadar makamını korumuştu. Hiçbir zaman kendi imzasıyla bir haber veya yazı yazmamıştı. Savaşın sonunda kostak -kostak gazeteye geri dönen eski yöneticiler ve sahipler adamın terk ettiği masada dolu bir zarf bulmuşlardı. Açıp baktıklarında ise içinin Alman Markı ve Fransız Frangı ile dolu olduğunu göreceklerdi.

    ‘Ne iş’ diye birbirlerinin suratlarına baktıklarında adamın sekreteri olayı açıklamıştı;

    Eski maaşı ile yeni maaşı arasındaki farkı aylarca biriktirmiş ve hak etmediğini düşündüğü kısmı iade etmişti.

    Bu adam o gün bugün bulunamadı. Tarihin tozlu sayfalarında silinip gitti. Hiçbir babayiğit gazeteci de akıbetini araştırmayacaktı. E kolay mı eski bir BEKÇİ gazeteyi senden, benden iyi idare etmiş demek.