‘İnsanlar sana tahammül ettiklerinde, sen kendini vazgeçilmez sanıyorsun!’


İngiliz kralı 1. Charles için söylenen.

 

Neden iç savaşları anlatıyoruz? Basit; çünkü çok kanlı ve çok kirli savaşlardır da ondan. Yüce Tanrı herkes için ayrı bir kader yaratmaz. Kaderi zamana taksim eder, her dönem aynı sonucu alır.

 

Evet gelelim konumuza:


Charles ta veliaht iken Fransa kralının kızı ile evlendirilmişti. Ve kadın koyu Katolik idi. Kilisesini değiştirmeye de hiç niyeti yoktu. Parlamento da önemli bir kesim bu evliliğe karşı çıkıyordu ama müstakbel kral dediğim dedik diye tutturmuştu. Karısı o kadar iflah olmaz bir Katolik idi, değil kilisesini değiştirmek, kocasını taç giyme töreninde tüm gelenekleri çiğneyerek yalnız bırakmıştı. Ona göre Protestanlar imansızdı ve onların kilisesinde tertip edilen bir törene katılmak dinsizlikle eş değerdi. Kralın eşi olduğu sürece ne doğru dürüst İngilizce öğrendi ne İngiliz sosyetesine yakın durdu, ama bazılarına göre kocasına sadıktı, ve hatta adamı seviyordu. Ülkede ki Katolik camiayı özenle kayırmaya devam edecekti, zaten ona göre bir kere Katolik kilisesinin yoz yobaz ve oğlancı papazları kralın Tanrısal özelliklerini öne çıkarıyorlardı, aslında bunu diğer tüm ülkelerde yapıyorlardı, tek bir krala yön vermek daha kolaydı hele şu geri zekalı köylüler bu işe bir inansınlar yeterdi. Ama İngiltere de denizciler vardı, dünyanın dört köşesinde ki denizlerin hakimiydiler, onlar İngiliz sanayicisinin mallarını taşıyorlardı, bu ikilinin Katolik kilisesinin klişeleri ile anlaşabileceklerini sanmak anca süzme salakların beklentisi olabilirdi.  Katolik kilisesi de o günlerde bu -süzme- sınıfından daha aşağısına razı gelmiyordu. Oysa İncil artık İngilizce yazılıyor, basılıyor ve satılıyordu, Roma papazları üstünlüklerini kaybediyordu, halk ne okuduğunu neye ağlayıp-neye güldüğünü artık kendi dilinde öğreniyordu.


Batılı tarihçiler bu dönemlere ‘ABSOLUTİZM diyorlar, kısaca Tanrısal yetkilerle donatılmış ve bizzat Tanrı tarafından atanmış KRAL HAZRETLERİ… İnsanın gülmek için ağzı yetmiyor değil mi…


Charles, işte bu yetkisini (?) sürdürmenin derdindeydi. 1625 de tahta geçtiğinde aslında ortada bir meclis vardı, ama meclise bir şeyler sormak adamın ağırına gidiyordu. 1629 senesine kadar onlara katlanmıştı o yıldan sonra 15 yıl boyunca meclisi toplantıya çağırmayacaktı.


Zamanın yasalarına göre kral tek başına savaş bile ilan edebilirdi demiştik ya, e bunun için askere gerek vardı o askerin de donatılması, doyurulması gerekirdi.


Ve bunun içinde paraya ihtiyaç vardı…


Para nereden gelecekti? Elbette vergilerden!


Ama zurnanın zırt dediği yerde burasıydı. Vergiyi ancak MECLİS koyabiliyordu!


Ve onlar da kral hazretlerine ‘hayır’ demişti.


Parlamento sağlam basıyordu, Kralın etrafında ki en yakın danışmanlarını, Strafford Dükünü ve baş papazı görevden aldıracaklar ve daha ileri giderek Dükün kafasını kestirteceklerdi. Oysa adam kralın en sadık bendesiydi, İrlanda genel valisi iken oldukça sert metotlar kullanmış ve düzgün bir vergi tahsilatını sağlayabilmişti, üstüne üstlük 4-5 bin kişilik iyi eğitilmiş bir askeri birliği de kralın yolunda savaşa hazır halde tutuyordu, işin tuhafı Protestanların, Katoliklerin anasını ağlattığı İrlanda da bu askerlerin çoğu Katolik idi. Parlamento adamı bir kez mimlemişti, ihanet suçlamasıyla yargılanmış ve anında kafasını baltanın önüne koydurmayı başarmışlardı, papaz ise görevinden alınmakla kurtaracaktı.


Charles, bir karşı hamle yaparak 5 ileri gelen muhalif Vekili tutuklamak için bizzat silahlı muhafızlarıyla meclis binasına gelmiş, meclis başkanını hiç adet olmadığı üzere- koltuğundan adeta iterek kaldırmıştı. Beş muhalif haber almış ve kaçmışlardı. Kral bu manzaraya bakarak ‘demek kuşlar çoktan uçmuş ha, sayın meclis başkanı nereye gittiler?’ deyince Parlamento başkanı iki dizinin üstüne çökerek tarihe geçecek şu cevabı verecekti: ‘Majesteleri ne söyleyecek dilim var ne de gittikleri yeri görecek gözüm var!’


Artık kılıçlar çekilmişti, Londra içinde zaten Parlamento yanlısı milisler ile Kralın muhafızları arasında hır çıkmıştı. Parlamentocu kuvvetler hemen Londra Kulesine el koymuşlar ve şehrin fiili kontrolünü ele geçirmişlerdi.