30 Ağustos yazı dizimize bugün son vereceğiz. Ama bu son yazıda biraz fantezi yapalım.

 Tarih ‘eğer’ sorusunu sevmez. Hani nasıl küçük bir yeri kaşımak konusunda insanın eli ikide bir aynı yere gider, ağır-ağır önce ovuşturur, sonra veryansın kaşır ya..  -Eğer- diye sormak tarihçiler için öyle bir his olmalı.. Tıp adamları kaşınmaya neden olan şeyin bir tür mikro organizma olduğunu söylüyor. Tarihin de kendi -tek hücrelisi- olacak elbette. Bizim örneğimizde ki -tek hücreliler- Türkiye de ki tarikat ve onun sözde lafazanları…

Hikayemiz başlıyor…

27 Ağustos 1922, Anadolu da Afyon’un güneyi… Yunan cephesi komutanı, Trikopis, son anda kaçan Türk askerlerinin verdiği malumatı ciddiye alır, ve savunma da ki tedbirlerini artırır, gece katılması gereken baloya katılmaz ve cepheye hareket eder. Yunan ordusunun tüm Anadolu harekatını kurgulayan ünlü kurmay albay Sariyanis de onunla birliktedir. Başkomutan Papulas da gelişmelerden haberdar edilmiştir. (Bu subaylar Sakarya savaşından sonra siyasi nedenlerle görevden alınmışlardı, ama dedik ya fantezi, varsayalım ki görevlerinin başında kaldılar) 26 Sabahı başlayan Türk taarruzu gölgeye kılıç sallamıştı. Birinci ordunun seçme askerleri bir kaç yüz metre ilerleyebilmiş ve orada ağır ateş altında çakılıp kalmışlardı. Şimdi Eskişehir de ki Yunan kolordusu yetişmiş ve cepheyi adam akıllı takviye etmişti. Trikopis açıkta bekleyen 1. Ordu askerlerinin üstüne ağır bir topçu ateşi başlatmıştı. Sakallı Nurettin paşa ön hatları düzenlemeye çalışırken vurularak öldürülmüştü. 2. Ordunun karşısında ki Yunan kuvvetleri de ileri harekata başlamış ve 2. Türk ordusunu siperlerine geri sokmuştu. Yakup Şevki paşa umutsuzca Kemal paşa ile görüşmeye çabalıyordu ama ne çalışan telsiz vardı, ne de telgraf hatları ayakta kalmıştı. Paşa ordusunu kırdırmadan düzenli bir şekilde Ankara’ya geri çekmenin derdindeydi. Madem başkomutan ile temas kesilmişti biraz daha bekleyecek sonra da geri çekilme emrini verecekti. Türk saldırısının vurucu gücü olan 1. Ordu dağılmıştı. Yunan cephe gerisine sızan Türk süvari kolordusu tüm ağırlıklarını geride bırakmıştı. Birkaç ikmal istasyonu ve irtibat noktasını vurmuşlardı ama ana cepheden gelmesi gereken haber bir türlü gelmiyordu, kısa zaman içinde askerin sınırlı cephanesi tükenecekti. Savaşın en yoğun olduğu Afyon cephesinde Kemal paşa elinde tabanca en ileri hatlardaydı,, yaralanmıştı, kalpağı düşmüş alnında ki şarapnel yarasından sızan kan çenesinden damlamaya başlamıştı. Topal Osman’ın fedaileri ve meclis muhafız taburundan az sayıda asker vardı yanında…cephenin hiçbir yerinden haber alamıyordu. Etrafı sarılmıştı. Topal Osman sakince parabellum tabancasını dolduruyordu, ‘son şarjör bu’ diye bağırmıştı. Kemal’in tabancası da boşalmıştı, Osman ağa, belinden çıkardığı İngiliz altı patları başkomutanın yaralı eline sıkıştırmıştı.

 Trikopis ileri harekat emri vermişti tüm Yunan ordusu ileri harekata geçecek ama birbiri ile olan irtibatı kaybetmeyecekti. Zafer sarhoşluğu içinde askerlerinin kaybolup gitmesini istemiyordu.

Papulas da şimdi cephedeydi kendi gözlerine inanamıyordu, iki yıl boyunca uğraştığı Türk ordusu dağılıyordu. Keşif uçakları Türklerin her yerde geri çekildiğini rapor ediyordu. Artık beklemenin zamanı değildi, kati bir son hücum yapılarak Ankara üstüne yürünecekti. Subaylarından birinin getirdiği son rapor üstüne şapkasını yere fırlatmıştı sevinçten…

‘Kemal paşa elimize geçmek üzere!2 diyordu. Derhal albay Plasteras görevlendirilmişti. Kemal paşayı o teslim alacaktı. Yunan ordusu içinde ‘Kemal hayranlarından’ olan Plasteras bu görev için en uygun adaydı. Papulas kesin emir vermişti bir densizliğe ve terbiyesizliğe izin verilmeyecek, Kemal doğrudan huzuruna getirilecekti. İki yıl boyunca bu anı beklemişti. Plasteras,  yüzlerce Yunan askeri ile çevrilmiş Kemal ve bir avuç askerine beyaz bayrak ile bizzat kendisi yaklaşmış ve ‘Kemal paşa, Kemal paşa, sen ve askerlerin savaş onurunun gerektirdiği her şeyi fazlasıyla yaptınız! Gel teslim ol, canın emniyette olacak, bizzat benim korumam altında olacaksın. Türkler açık arazide uydur-kaydır çıkıntıların ardında mevzilenmişlerdi, yani apacın ortadaydılar, ellerinde ağır silahlar yoktu, Yunan topçusu ise çoktan o noktayı hizalamıştı. Plasteras atını biraz daha ileri sürüp teklifini bir kez daha tekrarlamak istemişti. Tam  o sırada Türklerin bulunduğu otluk arazinin içinden bir alay sancağı doğrulmuş arakasından önce sarışın orta boylu bir adam , sonra Topal Osman’ın sağ kalan adamları, ve meclis muhafız taburunun az sayıda ki asker ve subayları ayağa kalkmıştı. Hepsi de artık açık hedefti. Plasteras, onca muharebenin ateşinde takdis olmuş bir subaydı, alay sancağının ne manaya geldiğini çok iyi bilirdi.

Şu Çılgın Türkler teslim olmayacaktı.

Gazete resimleri dışında Kemal’i hiç şahsen görmüşlüğü yoktu, aceleyle dürbünü çıkarıp hayatı boyunca yenemediği bu adamı bir kez olsun görmek istemişti, toz duman, içinde başında ki yarada kanlı bir sargı bezi olan ünlü Gazi paşa, Plasteras’a bakarak başını hayır anlamında iki yana sallayacaktı.  Topçunun başında heyecanla bekleyen Sariyanis daha Plasteras ateş hattından çıkmadan -imha ateşi emrini vermişti. Bir anda Türklerin olduğu açıklık yüzlerce top mermisi ile hallaç pamuğu gibi alt üst edilecekti.’

Fantezi birinci bölümün sonu.

Yarın ikinci bölüm..