Bu arada Ankara da Ali İhsan Sabis paşa bir hükümet darbesi için harıl-harıl silahlı adam arıyordu. Şehirde dedikodu almış başını gitmişti. Ortada sağlıklı açıklama yapacak bir hükümet olmayınca boşluğu hurafeler dolduracaktı elbette. Ali İhsan Sabis, elinde tabanca meclis binasına girmişti kimseyi bulamayacaktı. Bir kaç vekil vardı onlar da ne yapacaklarını bilemiyordu. Ali İhsan Sabis anında oracıkta bir hükümet kurup görevde ki hükümeti al aşağı ettiğini açıklamıştı. Gazi paşanın bazı Bakanları; Celal bey, Reşit Galip, Esat, bey makamlarını gerekirse silahla koruyacaklardı. Azerbaycan ve Sovyet elçiliği temsilcileri derhal kendilerine sığınan -Kalpaklıları- teslim edemeyeceklerini açıklamışlardı. Kazık Karabekir, ve Ali Fuat paşalar Azerbaycan üstünden Rusya’ya geçmişlerdi. İsmet paşa makul bir ateşkes için Fransızlardan aracı olmasını rica etmişti. Mareşal Fevzi paşa ise aynı şeyi Berlin’den rica etmişti. Rauf Orbay ve Refet paşa Londra ile olası bir anlaşma zemini arıyorlardı, Halide hanım ABD elçiliğini mesaj yağmuruna tutmuştu.

Londra günahı kadar sevmediği Ali İhsan paşanın kabinesini tanımaya ve muhatap almaya hiç niyetli değildi. Ali İhsan, Rauf ve Refet paşalarla ile bir ortaklık deneyecekti. Cılız  bir koalisyondu bu.. İstanbul da Sait molla ve tayfası ile gazeteci Ali Kemal şampanya üstüne şampanya patlatıyorlardı.

Gazi’nin ne dirisi ne ölüsü bulunamamıştı. Bölge halkı: ‘onun aziz ruhu gökyüzünde bizi bekler’ diyordu, bu söylenti, İngilizlerin en korktuğu şeydi, Kemal efsane olmak üzereydi…

Atina’ya kesin talimat veriyorlardı; zafer sarhoşluğu içinde katliama girişilmeyecek, Ankara alınacak ama işgal edilmeyecekti. İngiliz ve Fransızlardan oluşan bir birlik gelene kadar Yunan ordusu şehirde düzeni sağlayacak, Müttefikler gelince de derhal şehri boşaltacaklardı. Teslim olan Türk siyasi ve askeri figürleri en kısa zamanda İngiliz veya Fransız yetkililere tek parça halinde teslim edilecekti. Sıradan neferler bir süre esir kamplarında tutulacak sonra da serbest bırakılacaktı. Propaganda nedeniyle esirlere iyi davranılması tavsiye ediliyordu. Karınları doyurulmalı, evlerine götürebilmeleri için küçük iaşe paketleri hazırlanmalı ve esir kamplarından asil bir düşman olarak uğurlanmalıydılar.

Londra, Küçük Asya meselesini kökten çözmek için Vahdettin’den vazgeçmek gerektiğini anlamıştı. Yerine geçmesi için Batı değerlerine oldukça yakın Abdülmecit efendi uygun bir adaydı.  Kendisi keman çalıyor ve resim yapıyordu. İslam camiasına da yakındı.

Refet paşa, Rauf bey, ve hatta Kazım Karabekir paşa bu formüle sıcak bakıyordu. Vahdettim bir feragat ilanı hazırlamış ve sürgünde ki yerini almak üzere saltanat trenine binmişti.  Hiç zorluk çıkarmayacaktı, son olaylardan sonra yorulmuştu. Üstelik haremine katmak üzere yeni bir taze bulmuştu. Gününü gün etmek istiyordu. Londra kendisine oldukça cömert bir mali kaynak ayırmıştı.

 Yeni halife ve padişah artık Abdülmecit efendi olacaktı. Sevr de ki sınırlar olduğu gibi kalacaktı, Yunanistan savaşta uğradığı mali kayıpları kapatmak adına daha önce İtalyanların sahip olduğu tüm Antalya ve İzmir arası bölgenin yeni sahibi olacaktı. Abdülmecit, 7. Mehmet olarak tahta geçmişti, Ankara paşalarından uyumlu olanlarını sadaret makamına atayacaktı. Ancak hiç biri bu görevin üstesinde gelemiyordu. Ülke idare edilmez olmuştu. Zaten kıt olan kaynaklar son savaş yıllarında iyice harap olmuştu. Vergi toplanmıyordu, üretim yapılamıyordu. İngiliz ve Fransız sadakası ile geçinmek tek yol olmuştu.

Ha peki Ayasofya ne oldu diyorsunuz; tekrar bütün görkemi ile Kilise olacaktı. Londra aklı başında ki Anadolu çocuklarını kendi okullarında okumasına doktor-avukat-bilim adamı olmalarına izin veriyordu. Ama Anadolu da çok sayıda okul açılmasına izin vermeyecekti. Ne olur ne olmazdı. Anadolu da yaşayan Müslüman ahaliye ‘siz ümmetsiniz ,millet değil’ sloganı işlenecekti. Bu siyasi yapı taşı özellikle hacı-hoca tayfası nezdinde umulmadık bir yerli müttefik de bulmuştu.

Sonrası….

Mesela biz İtalyanların yasaları ve töreleriyle yaşayacaktık Antalya da… Muhtemelen İtalyanca konuşuyor olacaktık.

Daha da uzatırdık ama..

E, fantezi dediğin kısa ömürlü olmalı, bir yeri fazla kaşımak orayı yara yapar. Mikrop kapar, artık kim ölür ,kim sağ kalır belli olmaz.

Yazının başında ki sözü tamamlayalım:
 ne demiştik:
 GERÇEKLER AYNIDIR, ONLARI ANALİZ EDENLER DEĞİŞİR!’