Alman denizci ağıtından..

‘Amine-Al-Bahr’  kelimesi Arapça’da ‘Denizlerin efendisi’ demektir ve bugün ki ‘amiral’ kelimesinin kökü bir deyimdir.

İkinci Dünya Paylaşım Savaşı’nın 1943 senesi sonlarına doğru, o güne kadar yaşadıklarını özümseyen Amerikan Genel Kurmay Başkanı General Marshall, savaş sonundaki ABD Silahlı Kuvvetleri’nin yapısına dönük yoğun bir mesai veriyordu.

O güne kadar iyi-kötü gelmişlerdi ama bu sistem bundan sonra da böyle gider miydi?

Generalin bu soruya cevabı; Hayır idi

Amerika, 1939’da 170 bin kişilik bir orduya sahipti (Deniz Kuvvetleri ve Marine denen Deniz Piyadeleri hariç)

Savaş sonunda elde 8 milyon asker vardı… Bunlar yedirilmiş, eğitilmiş, konaklatılmış, donatılmıştı. Az şey değildi, Amerikan sanayisinin bir mucizesiydi bütün bunlar. Ama savaş yaşayan her ülkede olduğu gibi ABD’de subayların görüntüsü biraz ileri çıkmıştı.

 Eski kuralı hatırlatıyordu generaller, ‘Savaşı siviller çıkarır, askerler kazanır!’

1946’da dünyada her şey süratle değişiyordu, yeni düşman Sovyetler idi ve bu ülkeyle olası bir savaşın hesapları yapılıyordu. Avrupa yanmış yıkılmıştı, derhal inşa edilmesi gerekiyordu. Afrika ve Asya da ‘beyaz adamın’ üstünlüğü sona ermişti, her köşede bağımsızlık fikirleri duyuluyordu. Üstelik şimdi bu söylemler Komünizm sosu ile servis ediliyordu. Amerika savaş öncesi siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel yapısıyla bütün bu sorunlarla başa çıkamazdı, bir şeyler hızla yeniden organize edilmeliydi.

Ve elbette ciheti-askeriye de buna göre yeniden yapılandırılmalıydı.

 Askeri havacılar hemen devreye girmişlerdi; son savaşta Japonya ve Almanya nasıl yenilmişti? Hangi askeri organ kahır edici zaferler kazanmış ve bu iki kuvvetli düşmanı dize getirmişti.

Tabi ki Havacılar!

O halde yeniden kurulacak askeri yapıda baş rol onlara verilmeliydi. Ve askeri bütçenin büyük bir kısmı da..

Karacıların pek sesi çıkmıyordu ama ‘Amiraller’ derhal ayaklanmışlardı. Ve bu olay ABD tarihine ‘Amirallerin isyanı’ olarak geçecek ve 1950’nin sonuna kadar kamuoyunu meşgul edecekti.

Bakın neler oluyordu?

Önce havacılar yepyeni bir uçağın tanıtımını yapmışlardı aslında uçak 1942’den beri planlanıyordu ama şimdilerde üretime geçmişti. B-36 kodu ile tanıtılan bu uçak havacılara ve onları destekleyen -arkadaşlara- göre muhteşem bir şeydi ta Amerika da ki üslerinden kalkıp düşmanın içine kadar gidebilir ve karnında ki 40 bin kilo bombayı atabilirdi.

 Beğenmediyseniz onun yerine iki tane atom bombası atabilirdi!

Bu uçak muhteşemdi, harikaydı, 15 kişilik ekibi için küçük bir yemek odasına bile sahipti. Donanmanın o kocaman ve pahalı savaş gemilerine neden gerek vardı ki. Denizciler savaş esnasında hangi büyük düşman gemisini batırmışlardı, ünlü Japon gemilerinin çoğunu aslan pilotlar denizin dibine göndermemiş miydi?

Savaş bitiren atom bombasını da bir uçak atmamış mıydı?

Kamuoyu pilotlardan yanaydı, 1948’de ABD Hava Kuvvetleri resmen kurulmuştu. 8O güne kadar (havacılar Karacı ordunun bir kolu olarak sayılıyordu) artık kurumsal kimlikleriyle daha etkili bir mesai içinde olacaklardı. Halkın % 74’ü gelecek bir savaşta asıl rolün havacılara düştüğüne inanıyordu, karacılara oy verenlerin oranı % 6, denizcilere ise % 4 oranında bir destek vardı (Gallup araştırması)

Pilotlara göre donanmaya tahsis edilecek sınırlı bir sahil güvenlik bütçesi yeterde artardı bile..

Amiraller, ’oOlmaz öyle şey bizim iki yanımız birer koca okyanus’ deseler de pek kimseyi ikna edemiyor gibiydiler.   

Kısa bir süre sonra bu ağız dalaşı, bel altına inecekti.

Hikaye sardı mı? Devam edeceğiz ama bugün yerimiz bitti.