Geçen hafta ki yazımızda, hani bazı siyasilerin, STK’ların ve ‘yağmur
yağıyor’ dedikleri bir dönemde tarihte bir gezinti yapmıştık. Ağustos ayının
ilginç olaylarını dile getirmiştik. Bunlardan ilk 1945 Ağustos ayında
Japonya’ya atılan iki atom bombasıydı…
Ulusal televizyonlarda
çok yazar-az okur tiplerin konuyla ilgili yorumlarına bakıyordum da..
O o meğerse onlar emperyalizmin bombalarıymış.
Sanırsınız o günlerin Japonya'sı ‘emekçi
cenneti’ Bu satırların sahibi hayatının büyük bir kısmını askeri tarih okumaya
ayırmıştır. Ve dört adet kitabı okuyucusuyla buluşmuştur. Yani az çok bu
işlerden anlar.
‘Savaşı siyasiler başlatır, askerler kazanır!’
diye bir söz var. Ama önce -asker- olmak lazım.. Asker gibi asker!!
1945 senesinde ABD, Pasifik’te savaşı kendi
lehine çevirmişti, son hedef Japonya idi. Ve ülke kanlı bir savaşa
hazırlanıyordu. Elde ne uçakları ne gemileri kalmıştı, az sayıda olanların ise
yakıtı veya cephanesi yetersizdi. Ama Japon ordusu hala tehdit eden bir
kuvvetti. Çünkü sapına kadar askerlerdi… 2 Milyon asker adalarını canla -başla
korumaya ant içmişti. Eğer Amerika ve ortakları bir çıkarma harekatı ile Japon
adalarını istilaya niyetlenirse feci miktarda kayıp verecekleri gün gibi
ortaydaydı.
Oysa Amerikan kamuoyu 3 yıl süren savaştan ve
kayıplardan yorulmuştu. ‘Şehitler ölmez’ sloganları falan pek işlemezdi. Bundan
sonra ne yapılacaksa yapılsın ama daha fazla can kaybı olmadan bu savaş bitsin
istiyorlardı. Amerikan basını ve kamuoyu bu korkun savaş şartları altında bile
imrenilecek bir özgürlüğe sahiplerdi. Gazeteler başarısız generalleri ve
siyasileri topa koyuyordu. Başkan bile bu tenkitlerden nasibini fazlasıyla
alıyordu.
Amerikan ordusu kurumsal olarak ülkede hiçbir
kişiye ya da makama bağlı değillerdi. Onlar yalnızca Anayasaya sadıklardı.
Avrupa savaşının en ünlü generali Patton, bir askeri tokatlayınca yer gök
birbirine girmişti. Analar-babalar, çocuklarını askere küstah subaylarından
dayak yesinler diye yollamamışlardı.
Kısaca ABD ordusu kendi halkına hesap vermek
zorundaydı.
Yüzbinlerce ölüyle sonuçlanacak bir sefer
halka anlatılamazdı. Beri yanda Sovyet Rusya Orta Avrupa’nın göbeğine kadar
ilerlemişti. ‘İgor’a’ birinin dur demesi gerekiyordu. Bu savaştan bitap çıkmış
Avrupa devletleri olamazdı. Elde ki tek silahlı kuvvet, Amerikalıydı.
İyi de bu kuvvet bir deli ve zır cahilin
lafına göre hareket edemezdi ki.. Her adımını dikkatli atmak zorundaydı.
Orduya ayrılan o muazzam bütçenin hesabı
ayrıca verilecekti
Milyarlarca Dolar nereye ve neden
harcanıyordu. Amerikan ahalisi bunu bilmek istiyordu, savaşın kahramanlık
hikayeleri insanların hesap sorma güdüsünü törpüleyemiyordu.
Amerikan bilim adamları bir süreden beri yeni
bir silah geliştirmek için kollarını sıvamışlardı. Aslında çalışmalarının
kökeni ta 30’lara dek uzanıyordu. Yeni bir silah savaşı daha az can kaybıyla
bitirecek ve aynı zamanda Rusya’nın gözünü korkutacaktı.
Atom bombası bu nedenle atılacaktı.
Japonya’nın askeri direnci kırılmış, Rusya ise Avrupa da daha dikkatli
davranmaya başlamıştı.
Yani her iki tarafın da asker gibi askere
sahip olması ve halka hesap vermek zorunluluğu- sorumluluğu.
Elbette bombanın neden olduğu facia gözden
ırak tutulamazdı. Ama bu bir savaştı, savaşta daima insanlar ölürdü. Mesela
Rusya 27 milyon insanını toprağa vermişti. Japonya yaptıklarının bedelini
ödemek zorundaydı. Savaşı onlar başlatmıştı, esirlere karşı en basit insan
haklarını onlar ihlal etmişlerdi. Tarihin en eski ve geçerli kurallarına uymak
zorundalardı. Bedelini ödeyeceklerdi.
Ödediler de…
Bugün ülke de İkinci Dünya Savaşı mesela bir
Almanya da olduğu gibi lanetle anılmaz. Japonya’nın deniz kuvvetlerinin en
gözde tesisi hala savaşın ünlü amirali Yamamato’nun adını taşır. Dedik ya
sapına kadar asker oldukları için, zamanın modasına uyup kışlalarının adını
değiştirmezler.
Kızıl Ordu gelecek haftaya kaldı…
Yukardaki ata sözünü sevgili Dinçer Kilit abim yolladı, bitirelim;
DAHA FAZLASINI VERENE SATILIR!!