Artık vasatın sığlığında yaşıyoruz. Sığ düşünce yapısı ve sığ siyaset ile gelinen noktanın bizi getirdiği yer; vasatlık!

    Vasat, sözlük anlamıyla, orta ve sıradan demek. Şimdi, sıradanlığın ve vasatın, daha konforlu bir yaşam sunduğu; daha iyi ve farklı olanınsa; her şekilde yaftalanıp aşağıya çekildiği bir dönemdeyiz. Bu durum hiç şaşırtmıyor insanı. Hani “doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar” ya, işte o misal. Farklı seslere, farklı düşüncelere ve görüşlere kapalı bir vasatlığın, ötekileştirip, düşman gösterdiği, “halktan kopuk elitler”, “aşırı uçlar” ya da “teröristler” diye kolayca suçladığı insanların, bu cadı avından yıldığını, yorulduğunu kabul etmeliyiz. Vasatın dışına çıkmak, korkutucu çünkü. Ayrıca bu çok da insani bir durum. Vasatı kabullenmekse; hayatı kolaylaştırıyor.

 

    Demokrasi, hak ve özgürlükler ve eşitlik kavramlarının, nasıl içinin boşaltıldığını, vasat olanların, bu kavramları nasıl “nalıncı keseri” gibi kendine yonttuğunu gören okumuşların, aydınların; bunları dile getirip anlatması giderek zorlaşırken, refah ve zenginlikte değil de “yoksullukta eşitlenmek”; aslında cehaletin, cahil cesaretinin ve vasatın giderek daha cüretkar ve daha kibirli olmasının sonuçları değil mi?

 

    Eğitimden, kültür ve sanattan, bilgiden, felsefeden giderek uzaklaşan, bunları hor gören ve gereksiz bulan bir güruhun, karanlık gölgesi üstümüze çökmüşken, toplumda hızla çoğalan vasatlık ve hatta vasatın da altında olan cehalet, bizi şaşırtıyor mu?

 

    Vasatın kutsanması ve farklı olanın hor görülmesi; bütün bir toplumu, kolaycılığa, sorgusuz, sualsiz kabullenmeye, “bana dokunmayan yılan, bin yaşasın” vurdumduymazlığına itiyor! Vasatlık, sıradanlık, herkes gibi olmak, sürüden ayrılmamak, göze batmamak özendiriliyor! Çünkü biraz farklı olana tahammülü yok vasatlığın!

 

    Oysa bir toplumu, ilerleten, iyiye güzele evrilmesini sağlayan, sanat ve bilim alanında öne çıkaran vasatlar değil, farklı ve özgün olanlardır! Yoksa vasatın monotonluğunda yaşar gideriz, yazık olur bizlere!