Dehşetli ve kulakları yırtan bir çığlık, korkunç bir toz bulutu ve yıkılan, perişan şehirler! Yine deprem, yine yıkım ve tonlarca betonun altında kalan insanlara yine ölüm! Ülkeye Korona virüs felaketi yetmemiş gibi, şimdi de deprem kabusu çöküyor! Ben İzmir depremini televizyonda gördüğümde, Gölcük depremini ve 17 Ağustos kaosunu yeniden yaşadım! Aynı kabusu iki kere görmek gibi sanki...

Deprem periyodik aralıklarla ve zamanı gelince kendini tekrarlayan bir doğa olayı. Ve bizim ülkemiz de, deprem kuşağında bir ülke! Yaşanan onca felakete, onca acıya ve ödenen onca ağır faturaya rağmen, hala depreme yeterince hazır olamamak bizim suçumuz! Marmara depreminden bu yana, geçen bunca zamana rağmen, görülüyor ki; yeterince ders alınmamış! Ders alınması ve bir şeyler yapılabilmesi için, daha kaç kişinin ölmesi gerekecek! Depremdeki ölümlere yol açan, yanlış ve eksik malzemeli yapılarla, nereye kadar gidilecek?

Çığlıklar öyle acılı, öyle dehşetli ve derin ki; insanı uykusuz bırakıyor! Şu sıkıntılı dönemde, şu sıralar; kabuslarla uyananlar, en az deprem felaketini yaşamışlar kadar, ruhen ve bedenen yıkım yaşıyorlar! Bir anda her şeyini, evini barkını, canını, sevdiklerini yitirenlerin kederli çığlıklarıyla yas tutuyor bu ülke! Depremin acı gerçeğinin boyutlarını görüp de dengesi bozulmayan, umudu kırılmayan kimse kalmadı artık yanımızda, yöremizde!

Yeni depremler için hazırlanabilme umudumuzu kaybetmek, olup bitenleri de kaderci bir yaklaşımla, bazılarının yaptığı gibi “tevekkülle karşılamak” dengemizi bozdu neredeyse! Ölümün bu kadar yakınımızda olabileceğini fark etmek, olağan dışı yaşama zorunluluğumuzda, uygulanabilir ve makul yaklaşımlarla, kendimizi yeni normale alıştırmak, epeyce zorlayacak bizleri. Ama yine de çığlık çığlığa bir yaşamı sürdüremeyiz. Bunu hak etmiyoruz. Kimse hak etmez! Yaşamlarımız; taş kalpli, malzemeden çalan aç gözlü insanların yaptığı çürük evlerde, canlı canlı mezara gömülür gibi, depremde üstümüze yıkılacak betonların altında son bulmamalı! Yaşamlarımız kıymetli olmalı artık!