“VAKİT nakittir”
derlerdi de bilmezdim değerini; O, para değerinde olduğunu bilmediğim, vakti
boşa harcamayı kâr sayardım. Yıllar yılları kovaladı ve aklım başıma geldi bir
gün… Geçmiş günlerden, vaktiyle yaşadıklarından söz etseler de köyümün
yaşlıları, kimi sözcükleri kaydetsem bir tarafa demeye başladım. O boşa giden
yıllarda altın değerinde ne sözcükler kayboldu gitti anılarımızdan.
İşte şimdi tek tek
yakaladıklarımdan aşağıdaki satırlarda büyük temel harflerle yazılanlar: ZILLINMA’nın
bir güç gösterisi olduğunu kaçımız biliyor şimdi? Oysa Antalya’nın Gazipaşa
ilçesinde yükseklerdeki bir şeyleri kendine çekmek, ya da o yukarıdakini
aşağıya indirmek için asılmak anlamındaydı çocukluğumda. ELLERİNDE bir ÇOMAÇ’la
giderirlerdi bütün gün açlıklarını kimi çocuklar. ‘Çomaç’ ŞEPİT dediğimiz yufka
ekmeğin içine katılan yiyecek maddesiyle hazırlanmış dürümün adıydı. “SABAH
sabah AĞZININ KEFİYLE DIKINIP DURMA!” derse anası çocuğuna, uykudan uyandıktan
sonra, sabah temizliğini yapıp elini yüzünü ağzını yıkamadan bir şeyler
atıştırmasına kızdığındandı o sert çıkış. O yıkanmamış ağza girmesini
istemediğindendi bir temiz lokmanın… BİZİM köyde işsiz-güçsüzlükten midir nedir
GAMITIP DURAN HERİFLERİNE acımayla karışık bir duyguyla bakardı eşleri. Onların
türlü sıkıntılar yüzünden asık suratlarının adıydı ‘gamıtıp durmak’. CENAZESİNİ
YATAKLADIKTAN (yani toprağa verdikten) sonra ailesi şayet Yasin okutmak gibi,
yemekli Mevlit gibi geleneksel dinsel görevler türlü nedenlerle yapılamamışsa:
“Rahmetli hâlâ AĞZININ SUMAĞI’yla durur!..” diye eleştirilirdi. ‘Sumak’ bir tür
güzel kokulu baharattı ki cenaze yıkanırken ağzına konurdu rahmetlinin. HA!..
Günümüzdeki ‘fiske’nin adı TIKMAK’tı. Örneğin: “Bir tıkmakla uçururlardı (eşek
arısı denen) ZAMBIR’ları, o günlerde ŞİNEKE denen yaramaz oğlanlar…+ “DİM
DOLU’ydu İYLİK, üzümle, yedik bitirdik.” diyen üzüm düşmanı da ‘sepetin üzümle
dopdolu olduğunu anlatmak istemişti.+ “BİZİM tarlanın AYABUCUNDA bir HISTASI
vardı onun.”diyen köylümün demek istediği de şuydu: (Dikdörtgen biçimindeki
tarlanın dar kenarında komşunun da payına düşen bir ‘hissesi’ bir varmış yani.)
“ATAŞ ALMAYA MI GELDİN GOMŞU?” diyen köylüm ise “Ne bu acelen?” anlamında
sormuştur sorusunu. (Ocaklarda ateşlerin sönmemek zorunda olduğu çok eski
yılların anısıdır bu anlatım… Ocakların sönmemesi gerekiyordu toplumsal yaşamın
sürmesi için…) BİR rahmetliden söz ederlerdi sık sık: “Yürürken bastığı yerden
ÇİĞE çıkardı!” derlerdi. Öylesine sert, dik, kararlı yürürdü ki her adımıyla
‘kıvılcım’lar görürdü ardından bakanlar. + Kimilerinin temizliğe aldığı bir
kadın için de: “ELİ KEL derler onun için, dikkatli ol ha!”uyarısında bulunurdu
komşuları. ‘Elinin kelliği’ hırsızlık yapabilecek tipte oluşundandı o kadının.
DEVE DÜŞTÜĞÜ, GATIR
UÇTUĞU yerler vardı benim öncelerden bildiğim. Yaylalara giderken vadiler
kenarındaki daracık TARAKLARDA (yollarda yani) develer düşmüş imiş vaktiyle,
katırlar uçmuş imiş uçurumlardan aşağıya… Geçen gün de komşum Necati’den DEVE
GAYDIĞI’nı da duydum. Yine yayla yollarında; fakat daha karlar erimemişken, bir
aşağıdaki yola devesini kestirme yoldan indirmek isteyen adamın bulduğu çareyi
dinledim. Dünya kadar yolu o kış kıyamette dolaşmaya çalışmaktansa, birkaç yüz
metre aşağıda görülen yola, bir muşamba üstüne DEVESİNİ IHTIRARAK (deveyi çöktürüp
oturtarak) kaydırıp indirivermiş adam. Adı daha konmamış ama bu olayın ‘deve
gaydığı’ yer denebilir önümüzdeki yıllarda… BELKİ daha nice sözcükler vardır,
köylerimizde, mahallelerimizde kaybolmamak için bir kayda alanı özlemle
bekleyip durmakta.