Cumhuriyet, bir yönetim şeklidir. Türkiye Cumhuriyeti de, Mustafa Kemal Atatürk'ün,"Efendiler
, yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz!.." sözleri ile 29 Ekim 1923'de başladı
bu serüvene.
Demokrasi ise yaşam biçimidir. Yani, bir ülkede yaşayanların tercihidir.
Yurttaşlar bunu, seçimlerde, siyasi tercihlerinde ve günlük yaşamları içinde ki
tavır ve davranışları ile belli ederler, yaşarlar.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 1'inci Paylaşım savaşından sonra, Osmanlı
İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra kurulan bir devlettir. Kurucuları ise
Atatürk, İnönü ve bu topraklarda yaşayan insanlar idi.
Yeni bir devlet kurulmuş, kocaman bir toprak parçası üzerinde 10 milyonunun
üzerinde insan yaşıyor; Osmanlıdan kalma idari merkezler, kişiler ve örgütler
düzenli ve eş güdümlü olmasa da varlıklarını sürdürmektedirler.
Askeri yönetim geleneğinin içinden gelen Atatürk, özgür bir ülke yaratmayı
kendisine ilke edinmiştir. Bunun için de Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş
aşamasında attığı her yapısal adımın büyük bir önemi ve gereği vardır.
19.Mayıs.1919'da Samsuna çıkış.
12.Haziran.1919 Amasya Kongresi ve Genelgesi. Ve bunu takip eden kurtuluş ve
kuruluş süreçleri.
23.Nisan.1920 TBMM'nin açılışı, kuruluş ve kurtuluş süreçlerini yürütecek organ
olarak.
29.Ekim.1923 yeni kurulan Devletin yönetim şekli, olarak Cumhuriyet Rejiminin
kabulü ve ilanı.
1919'dan 1945'lere kadar demokrasinin olabilmesi, kurumsallaşabilmesi için
verilen mücadeleler.
Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar, Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak gibi paşalar
da dahil o dönemin bütün öncüleri hem yeni devlet yapılanmasının içinde aktif
bir şekilde görev yapıyorlar, hem de halkın yeni kurulan Devlet ve Cumhuriyet
içinde örgütlenmeleri, temsil edilmeleri için CHP içinde siyasi bilinç ve örgütlenmelerini
sağlıyorlardı.
O günlere kadar, Padişahın tebaası / kulu olan insanları, birey yapmanın ne
derce güç olabileceğini, seçim önceleri dağıtılanların önlerinde ki kuyruklara
bakar isek daha iyi anlarız. Bu Atatürk ve arkadaşlarının Cumhuriyet ve
Demokrasiye inançları ile başarılmıştır. İnsan unsurunun olduğu her yerde sorun
ve sıkıntıların olabileceğini de kabul etmek gerekir.
Ki, cumhuriyet ve devlete ilişkin eleştirilerin temelinde de kurumsal olmayan
bu tür hata ve yanlışlar yatmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan bu yana yönünü çağdaş medeniyete çevirmiş
ve hedefini de her alanda bunun üstüne çıkmak olarak belirlemiştir.
Demokrasi,
İnsan hakları ve kişisel özgürlükler gibi.
Dünya sosyal ve siyasi yaşamı, bilim ve teknolojinin de etkisi ile o kadar
hızlı değişiyor ki, 1900'lü yılların Türkiye'sinin koşulları ile bilgi ve iletişim
çağı olarak tanımlanan 2000'li yılları kıyaslamak ya da örnek almak akıl alacak
şey değildir.
Atatürk, İnönü, Menderes, Bayar ve bir çokları doğrudur hem CHP üyesi ve genel
başkanlıkları hem de devlette önemli görevler yapmışlardır.
Unutulan ve çok değerli üniversitelerimizin uyduğu konu ise, o yıllar,
ülkede kaç sendika, kaç siyasi dernek, kaç kişi örgütlü toplum, gibi sosyal ve
siyasi verileri görmezlikten gelerek, sarı ya değil önemli olmasa da bu gün,
binlerce kişi sendika, dernek ve oda üyesidir. Bunlar da sosyal ve siyasi
alanın ayrılmaz parçalarıdır. Siyasetten ayrı düşünülemez.
Bu kadar etnik, inanç ve düşünce farklılığı olan koskoca bir ülkeyi tek bir
siyasi temsil ile devlet nezdinde temsil etmek mümkün değildir.
Bu zaman ile, bir çok kişi, gurup ve topluluğun kendisini devletten ayrı,
devletin bir unsuru gibi düşünmekten uzaklaştıracaktır.
Bugün için, Ak Parti yürüttüğü bu Partili Cumhurbaşkanlığı sürecinde
kendisine destek, ittifak olarak MHP ya da Devlet Bahçeli'yi seçmiş olsa da,
temsil edilemeyen yüzde 49'un tatmin edilmesi, mümkün olmayacaktır.
15 Temmuz'un ilk kutlamalarının yapıldığı bu günlerin heyecanı bile bu
ayrışmanın ne kadar derinlerde olduğunun bir göstergesidir.
Siyasi olarak, patili Başkan ya da Cumhurbaşkanının olduğu ülkeler ya
demokrasiye geçişi tamamlayamayan ya da Marksist literatürde kapitalizmden
sınıfsız tolum komünizme geçişin ara kademesi olarak kabul edilen sosyalist
sistemlerin kurulmaya çalışıldığı Proletarya Diktatörlüğü olarak tanımlanan
dönemin yönetim biçimidir.
Demokrasiler, halkın kendisini denetleyebildiği yönetimlerdir. Yönetimler
ise, siyasi hedefleri doğrultusunda mücadele yürüten organlardır ve mutlaka
birçok kesimler ile çelişirler.
İşte bu yüzden, demokrasi, 21. YY'ın olmazsa olmazıdır. Demokrasi ise, herkesin
sesini duyurabildiği, hakkını arayabildiği, özgür olduğu ya da sandığı
yönetimdir.
Kılıçdaroğlu’nun adalet yürüyüşüne ve katılımcılarına bakarak, toplumun
sessiz oluşu, kurbanlık koyun olmayacağının kanıtı gibi görünmektedir.
O yüzden, ülkenin huzur ve menfaatleri için yeni süreçleri dikkat ile
izlemek gerekecektir.