Hiç aklıma gelmemişti bir "#" işaret ile konuya gireceğim. Eee konu
güven olunca, ben de arkadaşımı dinledim ve "güven" konusuna sonradan
keşfettiğim "#" işareti ile girdim.
Meğer bu işaret her derde deva imiş. Herkes görür okur imiş. Yazıyı bitirip bir
paylaşayım, sonuca göre bir karar vereceğim
Şaka bir yana , öyle bir dönemden geçiyoruz ki, yaşadığımız ama açık açık dile
getiremediğimiz bir sorun yaşıyoruz.
KİŞİLER olarak da.
ÖRGÜT/KURUMLAR olarak da!.. Güven konusunda.
İnsan ilişkilerinin çeşitlendiği, karmaşık hale geldiği gün, zaman her ne ise,
o şeyden beri insanlar arasında bir güven olayı, "güven" ya da
"güvensizlik" olarak yaşanmaya başladı.
Kişiler arası yaşanan bu olay, kişilerin oluşturduğu sosyal, siyasi, ticari her
türlü yapıda da görülmeye, kayda değer bulunmaya başladı.
Peki o halde güven ne? Hangi, ortak paydada buluşacağız güven tanımında.
GÜVEN: "1- korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu; 2-
bir şeyden umulan, beklenen niteliğe inanıp ona göre davranma." diye
tanımlıyor, sözlük amcalar.
Sosyal ve
ekonomik alanlarda ki çeşitlenmelerin artması ile birlikte, bu farklıkların
getirdiği bir sonuç olarak da, insan ve insan ilişkilerinde de klasik bilinen
beklenti ve davranışların farklılaştığını, değiştiğini görüyor ve bundan
şikayet ediyoruz.
Bu değişimleri yaşamımıza, içinde bulunduğumuz toplum, yaşadığımız yerlerin
gelenek- görenekleri, yönetiminde olduğumuz Devlet vb yapıların siyasi ve
ekonomik tercihleri sokmakta ve dayatmaktadır.
Örneğin, eğitim, gelir düzeyi yüksek toplumlar ile, siyasi tercihleri daha
hakçı, eşitlikçi, sosyal adaletçi toplumlarda bir kandırılma, güvensizlik
duygusu yaygın değildir.
Az gelişmiş, eğitim düzeyi düşük toplumlarda ise, kanma ve kandırma bir yaşam
biçimi hale gelmiştir. Hatta bunun üstün bir özellik olduğu kabul görür bile
olmuştur.
Aynı şekilde, az gelişmiş toplumlarda güven duygusunun sarsılması, yok edilmesi
anlamında olan, KURNAZLIK tanımı ise nerede ise bir üstünlük kabulü hale
gelmiştir.
Bu ülke öyle dönemler ve yöneticiler görmüştür ki, adil, güvenilir olması
gereken kurumların yönetici ve çalışanları için, en tepedeki siyasi ve
"devlet adamları", "BENİM MEMURUM İŞİNİ BİLİR" diyecek
kadar sınırları zorlamıştır.
Hoş atalarımızın da, ister inanarak, ister koşullandırılarak kullandıkları bir
söz vardır." BAL TUTAN PARMAĞINI YALAR" diye.
Son dönemlerde toplumsal olarak bir güvensizlik yaşıyoruz. Birimize karşı. Bu
güvensizlik, kişiler arasında olduğu gibi, toplumsal ve siyasi yapılara karşı da
gün gittikçe büyümektedir.
Kişiler arasında ki güven, eğitim ve toplumsal paydaşlıkların arttırılması ile
mümkündür.
Başarının, eğitim ve yeteneklerin en iyi şekilde değerlendirilmesi ile değil,
adaletsizliklerin doruğa çıktı yöntemler ile değerlendirilmesi, (sınav
sorularının çalınmasından tutun da, öğretmeni olmayan okul mezunları ile, özel
Öğretmenlerden ders alan çocukların yarıştırılmasına, iktidara yakınlara
ekonomik tercihlere kadar) kişiler arası güven oluşumunu engeller. Bu da,
toplumda bir güven sorunun oluşmasına neden olur
Bir torba kömür, makarna, bir paket yağ ile başlayan bozulma, siyasi tercihlere
kadar kadar gider. Ve biz hiç ilgisiz imiş gibi, bir sapığın bir çocuğa şeker vererek
yıkık bir bina içinde, kuytu bir köşede yaptığı sapıklığı neden anlamadığımızı
sorar dururuz kendimize.
Siyasilere tavrımız, etik olamayan kişisel çıkarımıza göre değişir ise,
toplumun neden bu hale geldiğini anlayamayız ve sebebini sorar dururuz.
O yüzden, siyasi partiler iktidarlarını, yapacakları ile değil, başkalarının
yapmadıkları ya da yanlış yaptıkları ile olayları tanımlar olurlar.
Kişiler de,kendi masumiyet ve meşruluklarını başkalarının yanlış ya da ahlak
dışı davranışlarına göre tanımlarlar.
O yüzden güven, bir iç güdüsel davranış imiş gibi görünse de eğitim ile ilgili
toplumsal bir olaydır.
Güvenlik önlemlerinin arttırılması, sosyal olarak iyi bir şeydir ama, bu kadar
güvenliğe gereksinim duymak hiç de öyle özenilecek, güvenilecek bir şey
değildir.
GÜVENLİĞİMİZİ, GÜVENSİZLİK üstüne kurarak; Ahlakımızı, din, gelenek, görenek
gibi yapılar ile tanımlayarak koruyamaz ve sağlayamayız.
Yıllar itibari ile, hırsızlık, soygun, adam-kadın öldürme-kaçırma olaylarında
hızlı artışa bir göz atar isek, toplumsal olarak nasıl bir çürümeyi
yaşadığımızı, biri birimize karşı bile nasıl bir güven kaybı içinde olduğumuzu
görürüz.
Çok acı!..
Ahlak, genetik değildir, eğitim ile olur. Ahlaksızlığında sorumlusu biziz.
Siyaset dahil her türlü tercihlerimiz ile. Güven, eğitimin bir sonucu olduğu
gibi, ahlak da eğitimin bir sonucudur.
EĞİTİM ŞART!.. şaka gibi değil mi?