CHP’nin iç sorunlarıyla ilgili olarak yazı yazmıyordum. Karşımızda Türkiye Cumhuriyetini yıkmakla, ülkemizi parçalamakla görevli bir iktidar varken CHP’nin iç sorunlarıyla gündemi kapatmak doğru değil. Daha bugün, Cumhuriyetin ilk yıllarında görev yapmış Ankara Valisi’nin adını taşıyan ve Ankara’nın en eski meydanı olan “Tandoğan Meydanı’nın” adını “Zeytin Dalı” olarak değiştiren intikamcı, Cumhuriyet ve Atatürk ve laiklik düşmanı bir iktidar varken başka şeylerle uğraşmak; gerçeklerin ötelenmesi anlamını taşıyor.

         Ne var ki 3-4 Şubat 2018 tarihinde yapılan 36. CHP Kurultayının tartışmaları sürüyor.

         Kurultayda aday oldukları halde yeterli imzayı sağlayamayan Ümit Kocasakal ve Ömer Faruk Eminağaoğlu’na konuşma hakkı tanınmaması eleştiriliyor…

         Diğer yandan Kurultay Bildirisinin 6. Maddesinde; “Kürt sorunu eşit yurttaşlık temelinde, ulusal bütünlük ve toplumsal uzlaşı ile çözülecektir” şeklindeki kabulün CHP’nin temel ilkelerine aykırı olduğu, zaten Anayasanın 10. Maddesinde “ herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz” ifadesi varken “eşit yurttaşlık” ne demek oluyor?

         “Eşit yurttaşlık” deyimi, emperyalizmin bir başka ayırımcılık oyunudur. “Eşit yurttaşlık”; Türk vatandaşlığından vazgeçilerek, halkın etnik topluluklara bölünmesidir. CHP’nin bu oyuna düşmemesi gerekir. Bunun yanında “Kürt sorunu” deyimi de emperyalizm tarafından dillendirilen, ayırımcı bir vurgudur.

         Bir önceki Kurultayda da “Ana dilde eğitim” söylemiyle, Kurultay delegelerinin haberi bile olmadan Kurultay bildirgesine sokulan ifadenin Türkiye’de çok dilli bir devletin kabulü anlamına geldiği açıktır. “Ana dil eğitimi” ile “Ana dilde eğitim” kavramlarını birbirine karıştırmamak gerekir. Herkesin ana dilini özgürce kullanması, yazması, ana dilde her çeşit kültür faaliyetini sürdürmesi ana sütü gibi hakkıdır. Ancak eğitim dili Türkçe olmalıdır.

         Neyse konumuz bu değil.

         Esas konu; Kurultay Divan Başkanlığının tüzük dışı davranışıdır. CHP Tüzüğüne göre iki adaya da imza vermiş olanların Kurultay Divanına çağırılarak hangi adayı tercih ettikleri sorulmalı ve sorun böylece çözümlenmeliydi.

         Ancak Divan Başkanı önce “Tek adaylı bir seçime benim gönlüm elvermiyor. Bu nedenle Muharrem İnce’nin adaylığını Kurultay Divanı olarak kabul ediyoruz” şeklinde oldu.

            Bundan birkaç dakika sonra da “Sayın Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun imzasıyla gelen yazıya göre kendisine atılan çekişmeli imzaların Muharrem İnce’ye verilmiş olduğunu kabul ediyorum” şeklindeki açıklama ile konu kapatıldı.

         Muharrem İnce’nin ve arkadaşlarının çift imza atanların isimlerinin okunması, bu kişilerin isimlerinin kendilerine bildirilmesi istemleri Kurultay Başkanlığınca kabul edilmedi. Oysa Kurultay seksen milyon önünde yapılan bir büyük toplantıdır ve “açık ve şeffaf” olmaması CHP’nin güvenirliğine gölge düşürmüştür.

         Bütün bunlara karşın Muharrem İnce seçimi kazansaydı ne olacaktı?

         Delegelerden herhangi birinin itirazı ile Kurultay bütün sonuçlarıyla iptal edilecekti. Önceki merkez yönetiminin ve Kurultay Divanının görev süresi bittiğinden; CHP hukuken yönetimden yoksun kalacaktı.

           Bunun doğal sonucu da CHP’nin kayyuma teslim edilmesi olacaktı. Yeni bir Kurultay takvimi için geçirilecek süre artık o kayyumun paşa keyfine kalacak ve CHP iç çalkantılarla perişan hale getirilecekti. Çünkü iş yargıya intikal ettiği andan itibaren sadece iktidarın iradesi geçerli olacaktı…

         Hukuk Devletini (Devletin Hukuka Bağlılığını) savunan CHP’nin kendi hukukuna saygı göstermesi zorunludur. CHP toplumun güvenini sarsacak davranışlardan kaçınmalıdır. Hepimizi açmazda bırakan “Ekmelettin olayı” ile sarsılan toplumsal güveni kuşkuya dönüştürmemek ve Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmamak gerekir. Önümüzdeki tüzük kurultayı, her konuda, topluma güven verme fırsatı olarak değerlendirilmelidir.