On günlüğüne, akrabalarımızı görmek üzere Belarus’a(Beyaz Rusya)’ya gittik. Bu ülke; bağımsızlığını yeni kazanmış, 25 yıl önce diplomatik ilişki kurduğumuz, küçücük bir devlet. Yüzölçümü Türkiye’nin dörtte biri kadar.. Nüfusu bizim İstanbul’dan daha az; on bir milyon. Yönetimden yakınmalar olsa da, günlük yaşamda, her şeyin insan için olduğunu görüyorsunuz.

Başkent Minsk; iyi planlanmış ve imar planı bozulmamış bir şehir. Sekiz şeritli geniş yollar, kent merkezinde hayal edemeyeceğiniz kadar geniş ve çok sayıda parklar, anıtlar, yontularla süslü, yeşil ve sakin bir kent… Bu imar disiplinini nasıl sağlıyorlar diye merak ettim. Sonunda henüz özel mülkiyetin sadece ev ve daire sahibi olmak isteyenlere tanındığını öğrendim. Ziraat Mühendisi olan ve her sabah; Cumartesi, Pazar dahil saat:05.30’da kalkıp gece hava kararıncaya kadar Devlet Tarım İşletmesinde yöneticilik yapan akrabamızın; (Türkiye’de toplu halde bulmayı hayal bile edemeyeceğimiz) 220.000 dönümlük bir Devlet Üretme Çiftliğinde sebze, meyve, mısır, kanola, kendir, büyükbaş hayvan yetiştirdiğini ve 175 işçiyi yönettiğini öğrendik. Türkiye’de ise bizler Cumhuriyetin ekonomik temelini oluşturan Urfa/Ceylanpınar Harası, Antalya/Boztepe İnekhanesi, Bursa/Karacabey işletmesi; Antalya/Aksu Ziraat Enstitüsü gibi büyük toprakları satarak ve başka işlevlere tahsis ederek param-parça ettik…

Orada dikkatimi çeken şeylerden biri, Belarus parası olan Rublenin değeri oldu. Bir Amerikan Doları yaklaşık iki Ruble ediyor. Bunu görünce aklıma; Türk Lirasından altı sıfır attığımız ve bir Doların 1,5 Türk Lirası olduğu yıllar geldi. Şimdi Türkiye’de bir ABD Doları: 3,5 Türk Lirası! Ufacık bir ülkenin parası bizimkinden daha değerli…

Belarus’ta halk ekonomik sıkıntı çekiyor. Ücretler düşük, bir memurun aylık kazancı 150-300 ABD doları seviyesinde. Fakat akaryakıt ucuz, bir litre benzinin fiyatı 1,30 Ruble…ABD dolarıyla 0,60 Dolar, bir Dolardan daha az.. Yani bizim paramızla iki lira.. Türkiye’mizde ise ortalama beş liraya yükselen akaryakıtın Belarus’tan 2,5 kat pahalı olduğunu görüyoruz…

Belarus’un havası bizim Karadeniz sahillerini andırıyor. Beş gün kaldığımız Minsk’te yağmurlu ve 12 ile 22 derece arasında değişen soğuk günler yaşadık. Ancak onlara göre bu yaz havası!... Beş gün gökyüzü bulutlarla kaplıydı, yağmur “ahmakıslatan” tarzında hafif yağdığı için bizim şehri gezmemize engel olmadı…

Belarus halkı, iyi eğitilmiş; yüzde doksan dokuzu okur-yazar. Üniversiteler herkese açık. Kadın-Erkek ayırımı yok. Herkes çalışıyor. Türkiye’nin Minsk Büyükelçisi de bir kadın: Kezban Nilvana Darama…

Son yıllarda Türkiye ile Belarus arasındaki ticaret hacmi beş kat artmış. Son on yılda Belarus’a doğrudan yapılan yatırım hacmi dört kat büyümüş. Belarus Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi Andrei Savinykh kendisiyle yapılan bir röportajda; “Türkiye Belarus ekonomisine doğrudan yatırım yapan en büyük ülke. Ülkemizde Türk projelerinin başarılı bir şekilde uygulanabilmesi için tüm gerekli altyapı, en önemlisi de eğitimli bir iş gücü mevcut” demiştir.

Belarusça ayrı bir dil. Ancak eğitim ve öğrenim Rusça yapılıyor. Bu nedenle evlerde de Rusça konuşuluyor. Rusça; ekonomi, ticaret, siyaset dili…

Minsk’te ilk yemek yediğimiz lokantanın ismi; “Çayhana” idi. Bir yerlerden tanıdık gibi geldi, sordum, meğer sahipleri Özbek Türkleriymiş. On günde; “debreo utra (günaydın), Ya panimayu (anlıyorum), Ya nipanimayu (anlamıyorum), Da (evet), Niet (hayır), Maladias (yaşa, varol) gibi ufak, tefek kazanımlarım olduysa da yazı dili olan “Kiril Alfabesi” beni hayli zorladı. Türkçe ile birçok ortak sözcük de var. Bunların Ruslarla yedi yüz yıllık kültür ve komşuluktan kaynaklandığını biliyoruz.

Beş gün süren MİNSK seyahatimizde beni en çok etkileyen; ikinci dünya savaşında Beyaz Rusya (Belarus)’da ölen yüz binlerce insanın unutulmaması, unutturulmamasıdır. İkinci dünya harbinde, Hitler ordularının karşısında toplum olarak yiğitçe direnmişler.

Minsk’ in merkezindeki bir anıtta, gece gündüz sönmeyen bir ateş yanıyor. Bu anıtın altındaki bir büyük alt geçidin duvarlarında ikinci dünya savaşında ölenlerin isimleri ve savaşa ilişkin duvar resimleri var. Hem bu anıta ve hem de aynı amaçla yapılmış bütün anıtlara canlı ve taze çiçekler konulmuştu. Bizden önce ziyaret eden Belarus halkının duyarlılığını gösteren somut kanıttı bu çiçekler…

Minsk’in on bir kilometre yakınlarındaki bir başka anıtta da aynı şekilde sönmeyen bir ateş ve her topluca katledilen ve yakılan, yıkılan köy için bir mezar yapılmış. 198 köyün mezarından her dakika başında birisinin çanı çalıyor. Bir akşam üzeri ulaştığımız  anıtta, alacakaranlıkta çıkan bu sesler, mezarlıkta öyle bir matem havası yaratıyor ki tüyleriniz diken diken oluyor, yüzbinlerce insanın ölümünün kederini hissediyorsunuz…

Bizde ise Milli Kurtuluş tarihinin okullardan; Mustafa Kemal resminin paralardan kaldırıldığı, 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın, 23 Nisan Çocuk Bayramı’nın, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nın göstermelik hale getirildiği, dünyanın bütün büyük devletlerinin desteğindeki Yunan Ordusuna karşı verilen muazzam zaferin unutturulmak istendiğini düşündükçe yüreğim sızladı…

Türkiye Cumhuriyetini; halkımızı örgütleyerek, orduları yöneterek, savaşarak, zaferler kazanarak kuranları ve bu uğurda canını verenleri unutmamak ve unutturmamak hepimizin boynunun borcudur. İşte bu kısa yolculuğun bana ve hepimize verdiği ders budur diye düşünüyorum...