Gazeteci Ahmet Şık, uzun zamandır hapishanede yatıyor. Uzun zamandan beri hapishanedeki bu güzel insana bir mektup yazmak istiyordum. Onun yerine bunu yazmaya karar verdim.

                   1976 yılında Antalya Cumhuriyet Halk Partisi il başkanı seçildim. 1977 yılında ikinci kez kongrede Antalya örgütü beni yine il başkanı olarak görmek istedi, tekrar seçildim.                   

                     Ne var ki, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ayak sesleri gelmeye başlamıştı. İlk önce polis memurları ve bekçiler küçük rütbeli memurlar vurulmaya başlandı. Bir süre sonra sıra emekli siyasetçilere geldi. Bununla da yetinmediler daha sonra siyasi parti yöneticileri öldürülmeye başlandı. Sonra giderek yaygınlaşan büyük şiddet olaylarına tanık olduk.

                    CHP İl Başkanları öldürülmeye başlandı. Önce Kayseri İl Başkanımız Mustafa Kulkuloğlu avukat yazıhanesinde savunmasız bir şekilde iken vurularak öldürüldü. Sonra CHP Adana İl Başkanı Ahmet Albay vurularak öldürüldü. Daha sonra Nevşehir İl Başkanı Av. Zeki Tekinel vurularak öldürüldü. Zeki Tekinel’in cenaze töreninde de olaylar çıktı. Kendini bilmez  terörü azdırmak isteyen bazı dış destekli gruplar cenaze alayını kurşunladılar. Cenaze törenine katılan insanlar tabutu yere bırakarak kendilerini sipere attılar.

                     Daha sonra 12 Eylül 1980 ihtilali geldi. Siyasi hayatı silip süpürüp götürdü. Siyasi partileri,  sendikaları, demokratik kitle örgütlerini binlerce derneği kapattı. Yöneticilerini tutuklattı. Ülkede tam bir cadı avı başlamıştı. İşkence soruşturma biçimi haline getirilmişti. Birçok insan gencecik yaşında işkencelerden; ya işkence sırasında ya da birkaç yıl içinde yaşamını kaybetti.

                   Kalleşçe katledilen CHP’li İl Başkanlarından birisi olan Ahmet Albay; Ahmet Şık’ın ablasının oğludur. Ahmet Şık çocukluğundan itibaren bu acıları yaşayarak kendini yetiştirmiş dünyanın en saygın gazetecilerinden birisidir.

                   Mahkemedeki savunmasında Mahkeme Başkanı tarafından siyasi savunma yapıyorsun diye suçlanmış, savunması kesilmiş, mahkeme salonundan dışarı çıkarılmıştır.  Oysa hukukun temel taşlarından birisi savunma hakkının kutsallığıdır. Hiçbir yargıç savunmanın nasıl yapılacağına karar veremez. Savunmanın içeriğinin ne olduğunu tayin ve tespit edemez.

                   Savunma hakkı insanlığın binlerce yıl zindanlardan, cezaevlerinden, idam sehpalarından, diri diri yakılmalardan geçerek ulaşmış olduğu en yüksek insani değerlerden birisidir. Savunma hakkı kısıtlanamaz, yönetilemez, yönlendirilemez, telkin ve tavsiye ile yaptırılamaz. Sanık kendisini ister siyasi şekilde savunur isterse başka nedenler göstererek savunur. Bunun ölçüsü ve içeriğini düzenlemek yargıcın yetkisinde değildir. Yargıç beğense de beğenmese de sanığın savunmasını tutanaklara geçirmek zorundadır. Savunma yaptığı için kimse salondan dışarı atılamaz. Bu konuda ceza muhakemeleri usulü kanunu CMK yargıca böyle bir yetki vermemektedir. Yargıcın yetkisi savunma yapan değil duruşmanın düzenini bozan, duruşmada olay çıkartan, saldırgan tavırlar sergileyen kişileri mahkeme salonunun dışına çıkarabilir. Ahmet Şık tarihe geçecek bir savunma yapmıştır. Tamamına katılıyoruz.

                   “Her sanığın derdini anlatabilmesini, ne istediğini söyleyebilmesini, hiç veya gereği gibi dinlenilmeden mahkûm edilmemesini, öne sürülen iddiaları ve aleyhine olan delilleri çürütebilmesini ve bu sayede muhakemenin gidişine etki edebilmesini ifade eden ilkeye “meram anlatma ilkesi” denmektedir. Çağdaş Ceza Muhakemesi Hukukunda sanık, hiçbir hakkı olmayan bir soruşturma konusu, objesi değil, belli hakları ve yükümlülükleri bulunan ve muhakemenin gidişine etki edebilen bir muhakeme süjesidir. Bu ilkenin kaynağı hukuk devleti ilkesidir.”(*)

                   Cumhuriyet Gazetesine ve Sözcü Gazetesine karşı iktidar tarafından susturmak ve baskı altında tutmak için açılan bu davalar bir gün tersine tepecektir. Bu davaların adalete, hakkaniyete, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve Evrensel yargılama ilkelerine uygun olup olmadığı mutlaka başkaca bağımsız mahkemelerde tartışılacaktır. Tıpkı hayali bir örgüt olan Ergenekon ve balyoz gibi davalarla Türkiye’nin en seçkin subaylarını, gazetecilerin de Ergün Poyraz gibi büyük yazarlarına içeri attıran anlayışın bugün yargılanmakta olduğu gibi…

(*)Prof.Dr.Bahri Öztürk Ceza Mukemesi Hukuku