Kendisini arkadaşım Ramazan'ın ağabeyi, zıpkın gibi parkalı bir ODTÜ'lü Devrimci 68 Kuşağından Mimarlık öğrencisi olarak olarak tanımıştım, Korkuteli'de.  Biz, Orta Okul öğrencisi; O, efsane Yazır Muhtarının Devrimci oğlu Şerafettin Şahin idi. Yıllar sonra Ankara Tunalı dolaylarında tanıştığım Kaya Ürünay, Nezihi Cift'inde Üniversiteden arkadaşları idi. Antalyalıyım dediğimde gelen muhtemel sorudan sonra, Korkutelili Şerafettin Ağabey'den söz edilirdi. Tabi ben de bir Istanazlı (Korkuteli’nin eski isimlerinden) olarak gurur duyardım. Neden ise bu ülkede bütün dertler bizim gibi solcular içindi. Savaş olur biz, olmasın; insanlar ölmesin diye üzülür çabalarız. Doğa-Çevre bozulur, ama doğa korunsun diye yine biz itilir kakılırız. Bizim önemli yerlerde tanıdığımız, eşimiz dostumuz yoktur; herkese sıradan gelen ekmek-yemek, bizim için bir yaşam savaşı olur çıkar. Nedense!.. Bugün Şerafettin ağabeyimin bir paylaşımında gördüm, "Yazırlı bir çobanın, Denizli'de Üniversite bitirmiş. Ha bir gayret, yüksek lisans da olsun diye çabalamış bir kadından, söz ediyordu. Herkes için bazı olaylar çok sıradan gelebilir ama, yaşayan için her şey bir başkadır.  Ankara'da yıllarca Antalyalılar Derneği Başkanlığı, Antalyalılar Evi Kurucu başkanlığı yaptım, şimdi de aynı görevi birlikte çalıştığım arkadaşları yürütüyorlar.  Paylaşım, "bir kadın daha eski kocası tarafından öldürülmüş, yeterince kamuoyu oluşmadığından, paylaşalım, duyuralım" yönünde idi. Ama katledilen İMRAN'ın acısı bende daha da derinden oldu.  Her sene Üniversiteleri, kırsaldan onlarca kız çocuk kazanır ve Şehirlere, büyük şehirlere gelirler. Ana/Babalarının yaşadıkları yerlerin yaşam standartları, ekonomik koşulları bellidir. Ama onlar ellerinden geldiğince kızlarının ceplerine üç-beş kuruş daha fazla koyup gönderiler okumaya. Gel gör ki, Üniversite şehirleri Gayya Kuyusu gibidir. Cennetlik olsan da düşmen an meselesidir. Ve geriye dönüşün de yoktur. Hele hele Ankara, İstanbul gibi şehirler ise, taşraya göre pahalı, yoğun, cazibeli ve hızlıdır. İlk karşılaştığın arkadaşların genellikle daha sonra değişir ama olsun, bir kaç ayı birlikte geçirirsin. İnsan oğlu kavun değil ki koklayasın. Hoş artık kavunun da kokulusu icat edildi ama olsun. Aileler kendilerince çok para verirler. Ama gel gör ki, yurt parası, depozitosu, yeni giysiler derken üç aylık para bir ayda uçar gider genç kızın elinden.  Aileden istese yok ki. Alacağı, bulacağı, tanıdığı, sığınacağı kimse de yoktur. Sonra çevresinden bir arkadaşından dolaylı hemşehri derneklerini ve onların böyle durumlarda yardım ettiklerini duyar. Birden, Antalyalı ya da neresi ise memleketi olduğunu anımsar ve koşa koşa derneğe gider. Utana sıkıla derdini anlatır ve bir çözüm ister. Hiç kimseye bu anlatılamadığı, "kol kırılıp yen içinde kaldığı" için, sorun geçici olarak kişilerce çözülür ama sorun kroniktir.  Bir süre idare edilir ama, çıkış yok ise, garsonluk, ufak tefek işler ile idare edilir, ya da bir gün birisi ile karşılaşılır, ne olduğu pek anlaşılamadan da evlenilir gidilir.

Yaşam acımasızdır. Kim ne derse desin, yaşamın yoksul ve çaresizlere insafı yoktur. Ekonomik ve sosyal böyle sorunlarım olmadı ama, gözlerim ve vicdanım da yok değildi. Şerafettin Ağabeyimin bu paylaşımı bende çok derin açılar yaşattı. Daha sonra çok azı ile bir şekilde karşılaştığım onlarca hemşehrim gözlerimin önünden geçti. En azından onlar için bir çıkış yolu bulmuş, kendimiz, eş, dost ve tanıdıklarımız aracılığı ile sorunları geçici de olsa çözmenin mutluluğunu yaşamıştık. İmran bir çoban kızı idi. Denizli Pamukkale Üniversitesi İngiliz filolojisini bitirip yüksek lisans yapıyordu. Herkesi kendi gibi sanıp sevmişti birisini ve evlenmişti. Sonra bir şeyler yolunda girmemiş ve ayrılmışlar. Sonra bir gün sevdiği, güvendiği, evlendiği, umutlarını bağladığı kişi, onun celladı olmuştu.  Oysa ölen, öldürülen bir İmran, bir genç kadın değil idi. Öldürülen, yaşama tutunmak idi. Oysa ölen, öldürülen sevgi diye sarılan, çaresizliğin adı idi. Oysa ölen, altlarında son model arabalar, üstlerinde kaşmir, ipek giysiler ile her yerini kapatan kadınların, kendi hemcinslerini değil de, onları yok sayanları muteber saymalarının, kutsamalarının açtığı kredilerin sonucu bir anlayışın sonucu idi. Ne desek az, bazen de ne desek boş oluyor. Ama yine de acıyı bilenler olarak, kendini İnsan sayanlar olarak, susmayacağız, durmayacağız ve bu kör karanlığın yayılmasına izin vermeyeceğiz. İmran Kandemir, son katledilen olmayacak belki ama, onun için de bir çığlık daha atmaktan, "insan, kadın ölmesin" demekten vazgeçmeyeceğiz.  Çünkü, biz insanız!.. Dünya, insanların ve insanlığın dünyası oluncaya kadar da susmayıp, mücadeleye devam edeceğiz.!! Sevgili İmran, ışıklar içinde yıldızlar yoldaşın olsun. Katilleri de, bu katilleri yaratan, cesaretlendiren anlayışı da kınıyor, lanetliyorum.